28 Şubat 2012 Salı

Doğru söyleyeni dokuz blog'dan kovarlar

Doğrucu Davut’un adını bilmeyen yoktur herhalde… Neredeyse herkes Davut’un doğru bildiği her şeyi düşünmeden söylediğini, politikadan zerre kadar çakmadığını ve doğruların hep başını yaktığını sonunda da  9 köyden kovulduğunu bilir… ‘‘Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’’  Bu sözle büyüyen bir nesil olarak, köyden kovulmamak için Davut’la ilişkimizde aramıza hep belli bir mesafe koyarız. Doğru bildiğimizi söylerken bile elli takla atarız, şekilden şekle gireriz… Hele bazıları yemişim doğrusunu böyle gelmiş böyle gider diyip, yalan yanlış, bilip bilmeden konuşur.

Doğru bildiğimiz yanlışlar hayatımızın tam ortasına gelip padişah edasıyla kurulur.  Pinokyo’nun burnu uzamış, ozon tabakasını delmiş kimse aldırış etmez.  İşte evlilik için söylenen bazı klişeler var ki ulan neredesin be Davut dedirtiyor insana… 
İki gönül bir olunca samanlık seyran olur
Bu lafa küfür edilir gerçekten. Küllahıma anlat sen onu.  Kirayı ödeyeme, faturalar geciksin, buzdolabı tam takır kalsın, sigara alacak paran olmasın, duş almak için sıcak su bile bulama görelim bakalım o samanlığı! Evlikte paranın maalesef önemli bir yeri var. Parayla saadet olmaz klişelerini de bir kenara bırakmak lazım. Parasız saadet gerçekten zor, aç ayı oynamaz misali. Tabii ki mutluluk için tek şart para değil, ama bal gibi oluyor parayla saadet. Ooo o restoran senin bu bar benim, gelsin yurtdışı seyahatleri, gitsin hediyeler, partilere akalım, brunchlara gidelim…. İşin aba

Nikahta keramet vardır
 Çirkin kadın yoktur az votka vardır ile aynı kapıya çıkıyor. Evlenmeden önce kedi köpek gibi birbirini yiyen, ya da birbirini hiç tanımayan ama elektrik aldığını sananlar evlenince prensle prense mi dönüşüyor yani.  Yok canım o öyle değil öpünce kurbağadan prense dönüşen adam evlenince yine kurbağaya bağlıyor.
Hayat müşterektir
Hayat müşterekse neden ütüleri hep biz yapıyoruz, yemek yapmak neden bizim görevimiz, evi neden hep biz temizliyor, küvetteki saçları neden hep biz topluyoruz. Bulaşık makinesini yerleştirmek hep bizim görevimiz, çamaşır makinesi zaten kankamız! Biz de çalışıyoruz ama bizim mesaimiz işten çıkınca bitmiyor.  Hayat nerede müşterek şekerim! Yersen yani…

Çocuk evliliğin neşesidir
Çocuklara bayılırım, hele tombik tombik ayakları olur ya yiyesim gelir. Şimdi çocukları çok seviyorum diye Davut’a mahcup mu olayım yani. Çocuk evlilikte ilişkinin boyut değiştirdiği, çoluklu çocuklu tayfasına katıldığın, barlar yerine parkları mesken tuttuğun bir boyuttur. Yeterince sorumluluğu olan kadın bir de çocuk sorumluluğuna boğulunca zaten neşeye vakit kalmıyor.

Evliliğin ilk yılı zor zamanla birbirinize alışırsınız
Bu da boşanmaları ertelemek için ortaya atılmış bir laf olsa gerek. İlk yıl zormuş da sonrası kolaymış da! Desene yahu hayatta her şeye alışıyor insan sende bu deveyi gütmeye alışacaksın.

İki taraftan biri alttan alacak ki yürüyecek evlilik
Alttan almak lafı da Türklere özgü olsa gerek. Altan almak yerine doğru düzgün tartışabilmeyi, sorunları çözebilmeyi öğrensek daha sağlıklı olacak her şey. Sorunların üzerini kapatıp bir süre sonra yine gün yüzüne çıkıp, karşımıza dikilmelerine tanık olmayız böylece. Altan almak bence ilişkileri zedeliyor. Önemli olan iletişim kurabilmek, farklı fikirleri bakış açılarını tartışabilmek, savunabilmek!
Aman yaş farkı 3-5’i geçmesin
Bu da bana saçma geliyor. Yok kadın büyük olursa olmazmış da yok erkek büyük olursa o da yürümezmiş. Gönül ota da konar boka da diyorlar ya bu ağır kaçıyor tabi, ya insanın kime kendi yakın hissedeceği  belli olur mu? Nüfus memuru tadında mı takılalım yani…

Bu liste böyle uzayıp gidiyor… İster inanın ister inanmayın Davut’ta sallamıyor artıkJ

Yazan: Leyla


24 Şubat 2012 Cuma

Olmak ya da olamamak mesele bu...

Çalışma hayatında kadın olmak mı, kadın olduğun için çalışma hayatında olamamak mı daha zor?  Hani iki ucu boklu değnek derler ya gerçekten öyle.   Türkiye’de biz kadınlar işte bu iki uç arasında gidip geliyoruz. Kaygılarımız, sorunlarımız aynı…  Biz o sorunları aşmak için boğuşup duruyoruz çünkü iki seçeneğimiz olduğunu biliyoruz savaşmak ya da çekilmek.

TÜSİAD “kadınların ekonomiye katılması sadece kadını değil, kadın-erkek tüm toplumu ilgilendirir” anlayışıyla “Çalışma Hayatında Kadın” konulu  bir film hazırlamış. Daha yeni rastladım filme. Genelde kadınlar bu tarz konularda seslerini pek duyuramıyor maalesef, sesini duyurmaya çalışanı da pek kimse takmıyor. Bu filmde erkekler de bir adım atmış. Kadınların ekonomiye katılmalarının bir toplum meselesi olduğunun altını çizmişler. Filmde Ali Sabancı’dan Ahmet Zorlu’ya Kerem Tunceri’den Çalışma Bakanı’na kadar birçok başarılı isim görüşlerini aktarıyor.
‘‘Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır’’ ne kadar tanıdık bir söz değil mi? Bu aslında bir bakış açısı. Çünkü kadının en önemli rolü bir erkeğin arkasında durmak. Bu böyle gelmiş, böyle kabul görmüş. Kimse sorgulamıyor neden kadınların  da arkalarını dayayabilecekleri, onlar yokken çocuklarına bakacak, kıyafetlerini ütüleyecek, yemeklerini hazırlayacak, evi derleyip toplayacak birilerinin olmadığını. Ama ben  kadınları bu role hapseden bu bakışın bir gün değişeceğine, kadın ve erkeğin hayatın her alanında eşit fırsatlara sahip olabileceğine inanmak istiyorum.

Bu  videoya sıkılmadan 15 dakika ayırdım, izledim. Bence sizde 15 dakika ayırın. Ayırın ki bunları görmemezlikten gelemeyin. 

  • Türkiye’nin kadınların ekonomiye katılımında sondan 4. ülke
  • Avrupa Birliği ülkelerinde her 100 kadından 59’u çalışırken Türkiye’de bu oran sadece %22
  • Türkiye’de her 100 iş verenden 6’sı kadın gayrimenkullerin de %9’u kadınların
  • Türkiye’de kadın CEO oranı gelişmiş ülkelerden iki kat daha fazla
  • Her 100 milletvekilinden sadece 9’u, her 100 belediye başkanından yalnızca %1’i, her 1000 muhtardan yalnızca 2’si kadın
  • Kanun yapıcı, yürütücü ve üst düzey yöneticilerin sadece yüzde %10’u kadın
  • Çalışan kadınların sadece %12’si çocukları için bakım hizmeti alabiliyor.
  • Türkiye kadın erkek eşitliğinde 134 ülke içinde sondan 9.uncu
  • Ülkemizde çalışan kadınların %58’inin sosyal güvencesi yok

Evet durum bu kadar vahim ama böyle gelmiş böyle gidecek değil.  Kayıtsız kalmayalım, sesimizi duyuralım ki böyle gelen böyle gitmesin!

Ne güzel söylüyor Ahmet Zorlu; ‘‘çalışan kadının ev ve iş sorumluluklarının dengelenmesi onların hayatını kolaylaştıracak, iş yaşamında önlerini açacaktır. Kreş imkanlarının yaygınlaşması teşvik edilmelidir! ‘’
Ali Sabancı, eğitimin kadınlar için çok önemli olduğunu, özgüvenli kadınların yetiştiği bir ülkede yaşamak istediğini belirtiyor. Hüsnü Özyeğin, bir şirketin sadece erkek bakış açısıyla alınan kararlarla yönetildiğinde ne kadar başarılı olabileceğini sorguluyor.

Çalışma Bakanı Ömer Dinçer kadını çocuk mu kariyer mi ikileminden kurtarmayı başarmalıyız diyor. EVETTTT KESİNLİKLE EVETTTTTT

Kerem Tunçeri’nin konuşması da beni en çok etkiledi. Kadın erkek rolleri toplumsal ve kültürel faktörlerden etkileniyor, ülke olarak takım olarak hareket etmeli, kadınların oyuna katılmalarını desteklemeliyiz diyor Tunceri.  Kenan İmirzalıoğlu cesurca itiraf ediyor, kadın erkek kağıt üzerinde eşit olsalar da gerçek hayatta maalesef değiller. Kadınların emeklerinin karşılıkları almaları, sosyal güvencelerinin olması daha adil ve gelişmiş bir toplum için şarttır.

Tekrar soruyorum şimdi çalışma hayatında kadın olmak mı, kadın olduğun için çalışma hayatında olamamak mı daha zor?  

Yazan: Reçel

14 Şubat 2012 Salı

Sevgililer Günü, kabus geri geldiii!

Her sene her sene olmaz ki yaa, bu ne ya yok 14 Şubatmış yok Sevgililer Günüymüş yok Valenties Day’miş…  Olan var, olmayan var dinlemedi 14 Şubat geldi çattı yine… Kapitalizm dayatıyor, 14 Şubatta herkes aşk böcüğü olacak diyor işte klişe!!!!!

Haftalar önceden başladı 14 Şubat çılgınlığı… Pırlantalar, kırmızı güller, peluş ayıcıklar, reklam aralarındaki o nevresimler hani üstünde kalpler olur ya deli oluyorummm…. Özel günlere karşı benim bir kıllığım var ne yalan söyleyim ama 14 Şubat’a bir başka kılım yani. Bir kere hiç hoş hatıralarım yok.


Sevgililer Günü Kabusları diye film çeksem 3-5 tane kesin çıkar… Eskidennnn yani su içerken testiden, başımda bahar yelleri eserken hafiften önemserdim çok 14 Şubat’ı. 17-18 yaşlarımda herkes birbirine kırmızı güller, LOVE YOU diyen oyuncak ayılar, çakma parfümler, çakmaklar, kırık kalp gümüş kolyeler alırken ben kendimi eve kapatmıştım.  Sevgilim yokkk kardeşim ne yapayım! O zamanlar önemliydi ya bir kırmızı gülün, bir e-kartın yoksa adamdan saymazlardı okuldaJ Neyse senesi tam hatırlamıyorum bir keresinde sevgilime aldığım hediye elimde patladı, çocuk resmen hediye almamak için sevgililer gününde bıraktı beni.  Parama kıyamadım, yiğitliğe de bok sürdürmedim, erkek parfümünü 3 ay kullandım aaa ben seviyorum erkek kokusu diye….  Bir sevgililer gününde iki ay filan para biriktirdim, acımadım paraya, çakmasına da kaçmadım gittim en orjinalinden aldım çakmağı. Sevgililer gününde çakmak, iç de zehirlen mesajı neyse bana yine hediye mediye yok…  

Üstüne alınmasın kimse ama sevgililer gününde elinde gülle gezen tiplere tahammül edemiyorum. O duruma düşmek en son istediğim şey. Elimde gülle kendimi Sevgililer Günü’nde hayal edemiyorum. Elimde bir gül, atsam atamam, satsam satamam…. Öyle bir durumda kalsam herhalde gülün kafasını gizlice koparır aaa gülüm kopmuş diye üzülmüş ayaklarına yatardım.

İki ucu boklu değnek benim için sevgililer günü. Hediye alsam da ellerim boş kalsa da olmuyor olmuyor. Sevgili eski sevgilim eskiden sevgililer gününe çok önem verirdi en azından öyle görünürdü.. Baş başa yemekler filan, yavrum  ya maaşın yarısını bırakıyormuş meğerse restoranda… Neyse evlenince aklı başına geldi, geçen yıl sordummmm bana niye hediye almadın diye biz sevgilimiyiz diyiiii verdiii…
Şimdi mesela akşam eve gittiğimde biliyorum hediye mediye hak getire e ben de bir şey yapmadım… Kılım da sevgililer gününe. Ama yine de gözüm bir sürpriz arayacak, bir şarap masada yanan bir mum… Arayacak ve bulamayacak. Yine saçma sapan üzüleyeceğim! Kendime oha diyorum manyak mıyım neyim?

14 Şubat’ta bana ohhaaa dedirtenler…
  •  Hediye almamak için sevgili terk edenler
  • Sevgilisi yok diye iki gözü iki çeşme böğüre böğüreee ağlayanlar
  • Eşinden sevgililer gününde harikalar yaratmasını bekleyenler ve eşi için harikalar yaratanlar
  • Nevresim takımı, iç çamaşırı hediye alanlar (nee neee nee şimdi bu)
  • Fırsat sitelerinden kupon alıp, rezervasyon yaptırmayarak kapıda kalanlar
  • Çikolata türevleriyle, sevgilisini şeker komasına sokanlar
  • Terlik, çakmak ve tabii kii kırmızı gülden vazgeçmeyenler
  • Elinde gülle dolaşanlar
  • Bıkmadan, vazgeçmeden konuşan ayıcıklara saldıranlar
  • Sevgilisini yatağa atmak için Sevgililer  Günü’ne otel rezervasyonu yaptıranlar, gün bahane yatak şahane hesabı takılanlar
  • Aldığı hediyeyi 12 taksite böldürenlerTencere takımını hediyeden sayanlar, bir de sırf hediye almamak için sosyalist takılanlar….


Bugün Türkiye’de Sevgililer Günü kutlanacak… 5 milyon 600 insan (inandın mıı bee salladımJ) sevgilisine hediye alacak. %20’si aldığı hediyeyi verirken nasıl ödeyeceğini düşünecek, %25’i pırlanta beklerken kırmızı gül ile şaşkına dönecek, %10’u bugünün saçmalığından bahsedecek %30’u evli ve bugünü kutlamayacak. %5’i de arada kaynayacak. Eleştirilere, küfürlere rağmen kabus seneye yine kutlanacak!

Yazan: Reçel

13 Şubat 2012 Pazartesi

Duygu evlensin mi evlenmesin mi?

Herkese merhaba ! Bu sefer bir düşünce, yorum veya fikir içeren bir yazıyla karşınızda değilim..Bir anket başlatıyorum.

Duygu evlenmeli mi evlenmemeli mi?
Duygulu arkadaşım Duygu yaklaşık dört yıl süren ilişkisini noktalama kararı aldı..Evlenerek veya ayrılarak..Ben kendisinden izin alarak bunu blogda paylaşmak istedim.Bazı şeyler dışarıdan daha objektif görünüyor misali..Yorumlarınızı, olumlu olumsuz fikirlerinizi bekliyoruz J
Öncelikle şuradan başlayayım.. Çiftin ailesi birbirlerine taban tabana zıtlar. Biri Çinli diğeri Amerikalı değil ama zıtlar işte, uyumsuz olmak için çok da uzağa gitmeye gerek yok dimi ama... Aynı topraklarda büyümelerine rağmen tamamen farklı yaşam tarzlarına sahipler. Bir tek dinleri ortak ve aynı dili konuşuyorlar. Bu kadar yani. 
Kayınvalide olayı birçok yazıda ele aldığımız gibi maalesef bu durumda da oldukça etkili. Evin tek oğlu, annesinin kuzusuna gelin iyi bakar mı kaygıları içinde bir anne. Bunu her ne kadar dile getirmesede durumu gayet hissettiren şüpheci bir ebeveyn. Yani anlayağınız Duygu o aileye bir gelin olarak gidecek, bir kız evlat olarak değil. Babanın ağzı var dili yok Allah için..Ve bir cadı bir tanede standart iki adet görümce var ortada 

Duygu’nun ailesine gelince babanın prensesi, annesinin birtanesi... Eli sıcak sudan soğuk suya girmemiş bugüne kadar. Hala sabah kalktığında yatağını annesi toplar, işten gelince yemeği önüne tepsi ile gelir. Ne işten anlar, ne güçten.  Duygu bana sövüyordur bunları okudukça ama maskeleri çıkarıyoruz burada canımm....Duygu’yu daha iyi anlamanız için şunuda eklemek istiyorum.Annesi tatildeyken pantolanunun paçası sökülmüş ve bilhassa tanıklık ettimki o paçayı dikmek yerine koli bandıyla yapıştırıp gitti işe. Duygudan evini derleyip toplayacak bir gelin kesinlikle olamaz yani, ama gel görki Duyguu anne olmak ister..Asıl evlilik nedenide bu Duygu'nun, artık anne olmak istiyor.Hormonları fazla çalışıyor bu aralar, oyuncak bebek görse kucağında sallayıp uyutmaya çalışacak neredeyse J

Şimdi bunlar anlaşmış, birbirlerini sevmişler olayıda çok doğru değil gibi fikrimce. Anlaşıyorlar ama anlaşmak için gibi sanki.. Hobileri aynı değil, hayata bakış açıları aynı değil, güldükleri şeyler aynı değil, sinirlendikleri şeyler birbirinin benzeri değil..Birbirlerini severler mi diyeceksiniz, evet severler ama sanki buda biraz alışkanlıktan gelme bir durum..
 
Elbette ailesini geçecek olursak Duygu'nun sevgilisinin olumlu yönleri de var. Adam Allah için neşeli, güler yüzlü, saygılı bir insan. Karıya, kıza kur yaptığını görmedim daha. Biraz fazla konuşuyor ama o da çok kusur değil galiba. Çok kıskanç değil (bence bu önemli bir faktör, boğmaz insanı J), iyi bir baba adayı (hatta epey çocuk ruhlu, çocuğuyla birlikte eğlenmek için dünya para verdiği oyuncak arabaları duvarda kırabilecek cinsten J ). Evi var, arabası var, idare eder kazancı var. Şimdi ben de adamı kendime alıcam gibi oldu biraz ama analiz şart!

Duygu’ya aramızdaki samimiye güvenerek sordum Seks hayatınız nasıl ? 
Duygu: Ehh.Aman o kadar da önemli mi canım seks.Bir süre sonra herkesle ehh oluyor zaten.

Ben Deniz: Görev gibi mi yani? dedim, 
Duygu:Yok öyle değil ama delicesine bir istek de yok yani, yapsak ta olur yapmasakta..Hani sevişeceksin ki üreyesin.

Deniz: Yaa biscolata kahramanlarından biri olsaydı mesela, oradaki Fransız.. J (pehh bee)
Duygu: Ooooo her gun isterim valla.ahahhaha (karşılıklı kahkaha patlıyor)
Deniz: Onu sevdiğini hissediyor musun ?
Duygu: Yaa o çok iyi biri gerçekten, mutlu oluruz yani, bence (Ahhh be Duygu, değer mi be Duygu)

Anlayacağınız Duygu bu adayımızla biraz üreme odaklı. J Sevişmekle falan işi gücü yok. Ama öyleymiş gibi davranmıyormuş damat adayın, yani onu mutsuz etmek istemiyor.Maalesef birçok kadının yaptığı şekilde zevk alır gibi davranıyor, kendince masum bir oyun oynuyor, inandığı ilişkisini ayakta tutmak için.

Şimdi soruyorum size DUYGU EVLENMELİ Mİ EVLENMEMELİ Mİ ?

Belki dostum Duygu’nun kafasında birileri ampuller yakar.Duygu kararsızlığına çare bulur.

Yazan: Deniz

1 Şubat 2012 Çarşamba

Karlar düşer...

Karlar düşer, düşer düşer ağlarım hep ismini hep ismini anarım… Ve sonunda kar geldi İstanbul’a…  Çığ gibi düştü bu kar Twitter’a, Facebook’a binlerce kar fotoğrafı yüklendi, haber programları karla kaplandı. Bir kar furyasıdır aldı yürüdü yani…
Şuan bile bir kar küresinin içindeymişim hissi verircesine yağıyor. Galiba iyi geliyor kar bana. Hani minik minik, sallana sallana düşüyor ya seyretmeye bayılıyorum. Rehabilite ediyor asi ruhumuJ  Uzun zamandır İstanbul’a böyle kar yağmamıştı. Çocukken kar yağdığı zaman poşetlerimizi alır, sanki zirveden kayıyormuşuz havalarında kendimizi yokuştan aşağı bırakırdık. Sabahları servis beklerken bir gözümüz hep televizyonda olurdu, okullar tatil oldu mu olacak mı diye hop oturur hop kalkardık. Bazen okula gider, tatil olduğunu öğrenir buz pistine dönmüş sokaklarda düşmekten korkmadan ayaklarımızın kıçımıza değene kadar koşardık. Ellerimiz mosmor olana kadar karda yuvarlana yuvarlana deli gibi oynardık. Kar topu yapmaktan bıkmaz, arabaların üzerine kar bırakmazdık. Ayak basılmamış karları bulmak için yan bahçelere uzanırdık. Balkondan bağıran annemize hiç ama aldırmazdık. Eldivenlerimiz eldivenlikten çıkar su torbası kıvamına gelirdi. Donumuza kadar ıslanır, büzüşen ayak parmaklarımızı umursamazdık bile… Kar keyifti, eğlenceydi, çocukluktu, ödüldü, oyundu ee biraz da soğuktu…
Zaman geçti, biz büyüdük… İstanbul’a daha az kar düşmeye başladı. Eldivenler dolaplara kalktı… Poşetlerle kayan çocuklar kayboldu. Üşümek, karın altında buz tutana kadar oynamak mı ooo unutuldu gitti, arabaların üstlerindeki karlar eriyene kadar yok olmadı.  Hep şeytanın avukatı gibi madalyonun tersini anlatıyorum ya bu sefer öyle yapmayacağım… Pembe panjurlu ev miii yokkk öyle bir şey derim ya hep bu sefer demeyeceğim. 
Benden beklenmeyecek bir söz ama insan bazen dibindeki güzellikleri kafasını kaldırıp bakmadığı için göremiyor. Facebook’a binlerce fotoğrafın yüklenmesi belki bu yüzdendir. Belki kar insanların içindeki çocuğu uyandırmıştır uykusundan. Farklı farklı kardan adamlar yapıldı bu kış, hiç biri birbirine benzemiyordu belki içindeki çocuğu uyandıranlar parmakları büzüşene kadar karın altında debelenip durmuşlardır. Ayak basılmamış karları bulmak için yan bahçelere dalmışlardır.
 Kayıp düşmekten, üşümekten korkmuyorum ben,  bence siz de keyfini çıkarın. Ben sevgilimle (eşim demeyi sevemedimmm olmuyor olmuyor) kardan adam yaptım.  Cam kenarında nescafemi  kar taneleri eşliğinde yudumladım.  Sokak hayvanlarını için endişelendim belki ama onlar için de elimden geleni  yapıyorum. Kuşlara ekmekten açık büfe hazırlıyorum cam kenarına, kedilere mama veriyorum.  Sonra ev yolunda bir sürü fotoğraf çekiyorum. Parmaklarım büzüşüyor, aldırmıyorum.
Bu kar bana yaradı galiba, baya olumlu, Pollyanna gibi bir şey oldumİyi geldin kar! İyi ki düştün İstanbul’a...

Yazan: Deniz