9 Mart 2012 Cuma

Masallar da bile...

Bu aralar deli bir yoğunluğun için daldım yine… Yazacak vakit bulamıyorum ve bu beni ciddi ciddi rahatsız ediyor. Sanki kulağımın yanında bir sivri sinek bugün yazmadın, yine yazamadın, yazmadın diye vızzz vızzz vızıldıyor. Eh işte sorumluluk sahibi olmak böyle bir şey. Bak Leyla’yla Deniz’e hop palaaa paşam Malkara Keşan. Ayak üstü lafımı da soktuktan sonraaaaaa başlayım bari.

Ben ota bağladığımdan beri kadının dünyası hareketlenmiş. Dün FEMEN İstanbul’a gelmiş mesela. Ayasofya’nın önünü basmışlar.  Kıç ve memeye aşırılı duyarlı olduğumuz için hedeflerine de baya ulaşmışlar. Her gazetede çarşaf çarşaf resimleri vardı. Bir sürü adam tabii ki bıyık bura bura bu hatunları porno seyreder gibi izledi orası ayrı..

Bugün haberlere şöyle bir bakarken Milliyet Meral Tamer’in köşesine takıldım … Bayıldım, yazmadan edemeyeceğim.

‘‘Kadın olmak masallarda bile zor, ya 7 tane minicik adamla yaşarsın, ya kurbağa öpersin, ya en sevdiğin meyveden zehirlenirsin, ya saçlarını elin adamı tırmansın diye uzatırsın, ya gece 12’de külkedisine dönersin ve en kötüsü de bazen seni sadece ayak numarandan tanıyan bir salağa aşık olursun’’

Yazan: Reçel

28 Şubat 2012 Salı

Doğru söyleyeni dokuz blog'dan kovarlar

Doğrucu Davut’un adını bilmeyen yoktur herhalde… Neredeyse herkes Davut’un doğru bildiği her şeyi düşünmeden söylediğini, politikadan zerre kadar çakmadığını ve doğruların hep başını yaktığını sonunda da  9 köyden kovulduğunu bilir… ‘‘Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’’  Bu sözle büyüyen bir nesil olarak, köyden kovulmamak için Davut’la ilişkimizde aramıza hep belli bir mesafe koyarız. Doğru bildiğimizi söylerken bile elli takla atarız, şekilden şekle gireriz… Hele bazıları yemişim doğrusunu böyle gelmiş böyle gider diyip, yalan yanlış, bilip bilmeden konuşur.

Doğru bildiğimiz yanlışlar hayatımızın tam ortasına gelip padişah edasıyla kurulur.  Pinokyo’nun burnu uzamış, ozon tabakasını delmiş kimse aldırış etmez.  İşte evlilik için söylenen bazı klişeler var ki ulan neredesin be Davut dedirtiyor insana… 
İki gönül bir olunca samanlık seyran olur
Bu lafa küfür edilir gerçekten. Küllahıma anlat sen onu.  Kirayı ödeyeme, faturalar geciksin, buzdolabı tam takır kalsın, sigara alacak paran olmasın, duş almak için sıcak su bile bulama görelim bakalım o samanlığı! Evlikte paranın maalesef önemli bir yeri var. Parayla saadet olmaz klişelerini de bir kenara bırakmak lazım. Parasız saadet gerçekten zor, aç ayı oynamaz misali. Tabii ki mutluluk için tek şart para değil, ama bal gibi oluyor parayla saadet. Ooo o restoran senin bu bar benim, gelsin yurtdışı seyahatleri, gitsin hediyeler, partilere akalım, brunchlara gidelim…. İşin aba

Nikahta keramet vardır
 Çirkin kadın yoktur az votka vardır ile aynı kapıya çıkıyor. Evlenmeden önce kedi köpek gibi birbirini yiyen, ya da birbirini hiç tanımayan ama elektrik aldığını sananlar evlenince prensle prense mi dönüşüyor yani.  Yok canım o öyle değil öpünce kurbağadan prense dönüşen adam evlenince yine kurbağaya bağlıyor.
Hayat müşterektir
Hayat müşterekse neden ütüleri hep biz yapıyoruz, yemek yapmak neden bizim görevimiz, evi neden hep biz temizliyor, küvetteki saçları neden hep biz topluyoruz. Bulaşık makinesini yerleştirmek hep bizim görevimiz, çamaşır makinesi zaten kankamız! Biz de çalışıyoruz ama bizim mesaimiz işten çıkınca bitmiyor.  Hayat nerede müşterek şekerim! Yersen yani…

Çocuk evliliğin neşesidir
Çocuklara bayılırım, hele tombik tombik ayakları olur ya yiyesim gelir. Şimdi çocukları çok seviyorum diye Davut’a mahcup mu olayım yani. Çocuk evlilikte ilişkinin boyut değiştirdiği, çoluklu çocuklu tayfasına katıldığın, barlar yerine parkları mesken tuttuğun bir boyuttur. Yeterince sorumluluğu olan kadın bir de çocuk sorumluluğuna boğulunca zaten neşeye vakit kalmıyor.

Evliliğin ilk yılı zor zamanla birbirinize alışırsınız
Bu da boşanmaları ertelemek için ortaya atılmış bir laf olsa gerek. İlk yıl zormuş da sonrası kolaymış da! Desene yahu hayatta her şeye alışıyor insan sende bu deveyi gütmeye alışacaksın.

İki taraftan biri alttan alacak ki yürüyecek evlilik
Alttan almak lafı da Türklere özgü olsa gerek. Altan almak yerine doğru düzgün tartışabilmeyi, sorunları çözebilmeyi öğrensek daha sağlıklı olacak her şey. Sorunların üzerini kapatıp bir süre sonra yine gün yüzüne çıkıp, karşımıza dikilmelerine tanık olmayız böylece. Altan almak bence ilişkileri zedeliyor. Önemli olan iletişim kurabilmek, farklı fikirleri bakış açılarını tartışabilmek, savunabilmek!
Aman yaş farkı 3-5’i geçmesin
Bu da bana saçma geliyor. Yok kadın büyük olursa olmazmış da yok erkek büyük olursa o da yürümezmiş. Gönül ota da konar boka da diyorlar ya bu ağır kaçıyor tabi, ya insanın kime kendi yakın hissedeceği  belli olur mu? Nüfus memuru tadında mı takılalım yani…

Bu liste böyle uzayıp gidiyor… İster inanın ister inanmayın Davut’ta sallamıyor artıkJ

Yazan: Leyla


24 Şubat 2012 Cuma

Olmak ya da olamamak mesele bu...

Çalışma hayatında kadın olmak mı, kadın olduğun için çalışma hayatında olamamak mı daha zor?  Hani iki ucu boklu değnek derler ya gerçekten öyle.   Türkiye’de biz kadınlar işte bu iki uç arasında gidip geliyoruz. Kaygılarımız, sorunlarımız aynı…  Biz o sorunları aşmak için boğuşup duruyoruz çünkü iki seçeneğimiz olduğunu biliyoruz savaşmak ya da çekilmek.

TÜSİAD “kadınların ekonomiye katılması sadece kadını değil, kadın-erkek tüm toplumu ilgilendirir” anlayışıyla “Çalışma Hayatında Kadın” konulu  bir film hazırlamış. Daha yeni rastladım filme. Genelde kadınlar bu tarz konularda seslerini pek duyuramıyor maalesef, sesini duyurmaya çalışanı da pek kimse takmıyor. Bu filmde erkekler de bir adım atmış. Kadınların ekonomiye katılmalarının bir toplum meselesi olduğunun altını çizmişler. Filmde Ali Sabancı’dan Ahmet Zorlu’ya Kerem Tunceri’den Çalışma Bakanı’na kadar birçok başarılı isim görüşlerini aktarıyor.
‘‘Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır’’ ne kadar tanıdık bir söz değil mi? Bu aslında bir bakış açısı. Çünkü kadının en önemli rolü bir erkeğin arkasında durmak. Bu böyle gelmiş, böyle kabul görmüş. Kimse sorgulamıyor neden kadınların  da arkalarını dayayabilecekleri, onlar yokken çocuklarına bakacak, kıyafetlerini ütüleyecek, yemeklerini hazırlayacak, evi derleyip toplayacak birilerinin olmadığını. Ama ben  kadınları bu role hapseden bu bakışın bir gün değişeceğine, kadın ve erkeğin hayatın her alanında eşit fırsatlara sahip olabileceğine inanmak istiyorum.

Bu  videoya sıkılmadan 15 dakika ayırdım, izledim. Bence sizde 15 dakika ayırın. Ayırın ki bunları görmemezlikten gelemeyin. 

  • Türkiye’nin kadınların ekonomiye katılımında sondan 4. ülke
  • Avrupa Birliği ülkelerinde her 100 kadından 59’u çalışırken Türkiye’de bu oran sadece %22
  • Türkiye’de her 100 iş verenden 6’sı kadın gayrimenkullerin de %9’u kadınların
  • Türkiye’de kadın CEO oranı gelişmiş ülkelerden iki kat daha fazla
  • Her 100 milletvekilinden sadece 9’u, her 100 belediye başkanından yalnızca %1’i, her 1000 muhtardan yalnızca 2’si kadın
  • Kanun yapıcı, yürütücü ve üst düzey yöneticilerin sadece yüzde %10’u kadın
  • Çalışan kadınların sadece %12’si çocukları için bakım hizmeti alabiliyor.
  • Türkiye kadın erkek eşitliğinde 134 ülke içinde sondan 9.uncu
  • Ülkemizde çalışan kadınların %58’inin sosyal güvencesi yok

Evet durum bu kadar vahim ama böyle gelmiş böyle gidecek değil.  Kayıtsız kalmayalım, sesimizi duyuralım ki böyle gelen böyle gitmesin!

Ne güzel söylüyor Ahmet Zorlu; ‘‘çalışan kadının ev ve iş sorumluluklarının dengelenmesi onların hayatını kolaylaştıracak, iş yaşamında önlerini açacaktır. Kreş imkanlarının yaygınlaşması teşvik edilmelidir! ‘’
Ali Sabancı, eğitimin kadınlar için çok önemli olduğunu, özgüvenli kadınların yetiştiği bir ülkede yaşamak istediğini belirtiyor. Hüsnü Özyeğin, bir şirketin sadece erkek bakış açısıyla alınan kararlarla yönetildiğinde ne kadar başarılı olabileceğini sorguluyor.

Çalışma Bakanı Ömer Dinçer kadını çocuk mu kariyer mi ikileminden kurtarmayı başarmalıyız diyor. EVETTTT KESİNLİKLE EVETTTTTT

Kerem Tunçeri’nin konuşması da beni en çok etkiledi. Kadın erkek rolleri toplumsal ve kültürel faktörlerden etkileniyor, ülke olarak takım olarak hareket etmeli, kadınların oyuna katılmalarını desteklemeliyiz diyor Tunceri.  Kenan İmirzalıoğlu cesurca itiraf ediyor, kadın erkek kağıt üzerinde eşit olsalar da gerçek hayatta maalesef değiller. Kadınların emeklerinin karşılıkları almaları, sosyal güvencelerinin olması daha adil ve gelişmiş bir toplum için şarttır.

Tekrar soruyorum şimdi çalışma hayatında kadın olmak mı, kadın olduğun için çalışma hayatında olamamak mı daha zor?  

Yazan: Reçel

14 Şubat 2012 Salı

Sevgililer Günü, kabus geri geldiii!

Her sene her sene olmaz ki yaa, bu ne ya yok 14 Şubatmış yok Sevgililer Günüymüş yok Valenties Day’miş…  Olan var, olmayan var dinlemedi 14 Şubat geldi çattı yine… Kapitalizm dayatıyor, 14 Şubatta herkes aşk böcüğü olacak diyor işte klişe!!!!!

Haftalar önceden başladı 14 Şubat çılgınlığı… Pırlantalar, kırmızı güller, peluş ayıcıklar, reklam aralarındaki o nevresimler hani üstünde kalpler olur ya deli oluyorummm…. Özel günlere karşı benim bir kıllığım var ne yalan söyleyim ama 14 Şubat’a bir başka kılım yani. Bir kere hiç hoş hatıralarım yok.


Sevgililer Günü Kabusları diye film çeksem 3-5 tane kesin çıkar… Eskidennnn yani su içerken testiden, başımda bahar yelleri eserken hafiften önemserdim çok 14 Şubat’ı. 17-18 yaşlarımda herkes birbirine kırmızı güller, LOVE YOU diyen oyuncak ayılar, çakma parfümler, çakmaklar, kırık kalp gümüş kolyeler alırken ben kendimi eve kapatmıştım.  Sevgilim yokkk kardeşim ne yapayım! O zamanlar önemliydi ya bir kırmızı gülün, bir e-kartın yoksa adamdan saymazlardı okuldaJ Neyse senesi tam hatırlamıyorum bir keresinde sevgilime aldığım hediye elimde patladı, çocuk resmen hediye almamak için sevgililer gününde bıraktı beni.  Parama kıyamadım, yiğitliğe de bok sürdürmedim, erkek parfümünü 3 ay kullandım aaa ben seviyorum erkek kokusu diye….  Bir sevgililer gününde iki ay filan para biriktirdim, acımadım paraya, çakmasına da kaçmadım gittim en orjinalinden aldım çakmağı. Sevgililer gününde çakmak, iç de zehirlen mesajı neyse bana yine hediye mediye yok…  

Üstüne alınmasın kimse ama sevgililer gününde elinde gülle gezen tiplere tahammül edemiyorum. O duruma düşmek en son istediğim şey. Elimde gülle kendimi Sevgililer Günü’nde hayal edemiyorum. Elimde bir gül, atsam atamam, satsam satamam…. Öyle bir durumda kalsam herhalde gülün kafasını gizlice koparır aaa gülüm kopmuş diye üzülmüş ayaklarına yatardım.

İki ucu boklu değnek benim için sevgililer günü. Hediye alsam da ellerim boş kalsa da olmuyor olmuyor. Sevgili eski sevgilim eskiden sevgililer gününe çok önem verirdi en azından öyle görünürdü.. Baş başa yemekler filan, yavrum  ya maaşın yarısını bırakıyormuş meğerse restoranda… Neyse evlenince aklı başına geldi, geçen yıl sordummmm bana niye hediye almadın diye biz sevgilimiyiz diyiiii verdiii…
Şimdi mesela akşam eve gittiğimde biliyorum hediye mediye hak getire e ben de bir şey yapmadım… Kılım da sevgililer gününe. Ama yine de gözüm bir sürpriz arayacak, bir şarap masada yanan bir mum… Arayacak ve bulamayacak. Yine saçma sapan üzüleyeceğim! Kendime oha diyorum manyak mıyım neyim?

14 Şubat’ta bana ohhaaa dedirtenler…
  •  Hediye almamak için sevgili terk edenler
  • Sevgilisi yok diye iki gözü iki çeşme böğüre böğüreee ağlayanlar
  • Eşinden sevgililer gününde harikalar yaratmasını bekleyenler ve eşi için harikalar yaratanlar
  • Nevresim takımı, iç çamaşırı hediye alanlar (nee neee nee şimdi bu)
  • Fırsat sitelerinden kupon alıp, rezervasyon yaptırmayarak kapıda kalanlar
  • Çikolata türevleriyle, sevgilisini şeker komasına sokanlar
  • Terlik, çakmak ve tabii kii kırmızı gülden vazgeçmeyenler
  • Elinde gülle dolaşanlar
  • Bıkmadan, vazgeçmeden konuşan ayıcıklara saldıranlar
  • Sevgilisini yatağa atmak için Sevgililer  Günü’ne otel rezervasyonu yaptıranlar, gün bahane yatak şahane hesabı takılanlar
  • Aldığı hediyeyi 12 taksite böldürenlerTencere takımını hediyeden sayanlar, bir de sırf hediye almamak için sosyalist takılanlar….


Bugün Türkiye’de Sevgililer Günü kutlanacak… 5 milyon 600 insan (inandın mıı bee salladımJ) sevgilisine hediye alacak. %20’si aldığı hediyeyi verirken nasıl ödeyeceğini düşünecek, %25’i pırlanta beklerken kırmızı gül ile şaşkına dönecek, %10’u bugünün saçmalığından bahsedecek %30’u evli ve bugünü kutlamayacak. %5’i de arada kaynayacak. Eleştirilere, küfürlere rağmen kabus seneye yine kutlanacak!

Yazan: Reçel

13 Şubat 2012 Pazartesi

Duygu evlensin mi evlenmesin mi?

Herkese merhaba ! Bu sefer bir düşünce, yorum veya fikir içeren bir yazıyla karşınızda değilim..Bir anket başlatıyorum.

Duygu evlenmeli mi evlenmemeli mi?
Duygulu arkadaşım Duygu yaklaşık dört yıl süren ilişkisini noktalama kararı aldı..Evlenerek veya ayrılarak..Ben kendisinden izin alarak bunu blogda paylaşmak istedim.Bazı şeyler dışarıdan daha objektif görünüyor misali..Yorumlarınızı, olumlu olumsuz fikirlerinizi bekliyoruz J
Öncelikle şuradan başlayayım.. Çiftin ailesi birbirlerine taban tabana zıtlar. Biri Çinli diğeri Amerikalı değil ama zıtlar işte, uyumsuz olmak için çok da uzağa gitmeye gerek yok dimi ama... Aynı topraklarda büyümelerine rağmen tamamen farklı yaşam tarzlarına sahipler. Bir tek dinleri ortak ve aynı dili konuşuyorlar. Bu kadar yani. 
Kayınvalide olayı birçok yazıda ele aldığımız gibi maalesef bu durumda da oldukça etkili. Evin tek oğlu, annesinin kuzusuna gelin iyi bakar mı kaygıları içinde bir anne. Bunu her ne kadar dile getirmesede durumu gayet hissettiren şüpheci bir ebeveyn. Yani anlayağınız Duygu o aileye bir gelin olarak gidecek, bir kız evlat olarak değil. Babanın ağzı var dili yok Allah için..Ve bir cadı bir tanede standart iki adet görümce var ortada 

Duygu’nun ailesine gelince babanın prensesi, annesinin birtanesi... Eli sıcak sudan soğuk suya girmemiş bugüne kadar. Hala sabah kalktığında yatağını annesi toplar, işten gelince yemeği önüne tepsi ile gelir. Ne işten anlar, ne güçten.  Duygu bana sövüyordur bunları okudukça ama maskeleri çıkarıyoruz burada canımm....Duygu’yu daha iyi anlamanız için şunuda eklemek istiyorum.Annesi tatildeyken pantolanunun paçası sökülmüş ve bilhassa tanıklık ettimki o paçayı dikmek yerine koli bandıyla yapıştırıp gitti işe. Duygudan evini derleyip toplayacak bir gelin kesinlikle olamaz yani, ama gel görki Duyguu anne olmak ister..Asıl evlilik nedenide bu Duygu'nun, artık anne olmak istiyor.Hormonları fazla çalışıyor bu aralar, oyuncak bebek görse kucağında sallayıp uyutmaya çalışacak neredeyse J

Şimdi bunlar anlaşmış, birbirlerini sevmişler olayıda çok doğru değil gibi fikrimce. Anlaşıyorlar ama anlaşmak için gibi sanki.. Hobileri aynı değil, hayata bakış açıları aynı değil, güldükleri şeyler aynı değil, sinirlendikleri şeyler birbirinin benzeri değil..Birbirlerini severler mi diyeceksiniz, evet severler ama sanki buda biraz alışkanlıktan gelme bir durum..
 
Elbette ailesini geçecek olursak Duygu'nun sevgilisinin olumlu yönleri de var. Adam Allah için neşeli, güler yüzlü, saygılı bir insan. Karıya, kıza kur yaptığını görmedim daha. Biraz fazla konuşuyor ama o da çok kusur değil galiba. Çok kıskanç değil (bence bu önemli bir faktör, boğmaz insanı J), iyi bir baba adayı (hatta epey çocuk ruhlu, çocuğuyla birlikte eğlenmek için dünya para verdiği oyuncak arabaları duvarda kırabilecek cinsten J ). Evi var, arabası var, idare eder kazancı var. Şimdi ben de adamı kendime alıcam gibi oldu biraz ama analiz şart!

Duygu’ya aramızdaki samimiye güvenerek sordum Seks hayatınız nasıl ? 
Duygu: Ehh.Aman o kadar da önemli mi canım seks.Bir süre sonra herkesle ehh oluyor zaten.

Ben Deniz: Görev gibi mi yani? dedim, 
Duygu:Yok öyle değil ama delicesine bir istek de yok yani, yapsak ta olur yapmasakta..Hani sevişeceksin ki üreyesin.

Deniz: Yaa biscolata kahramanlarından biri olsaydı mesela, oradaki Fransız.. J (pehh bee)
Duygu: Ooooo her gun isterim valla.ahahhaha (karşılıklı kahkaha patlıyor)
Deniz: Onu sevdiğini hissediyor musun ?
Duygu: Yaa o çok iyi biri gerçekten, mutlu oluruz yani, bence (Ahhh be Duygu, değer mi be Duygu)

Anlayacağınız Duygu bu adayımızla biraz üreme odaklı. J Sevişmekle falan işi gücü yok. Ama öyleymiş gibi davranmıyormuş damat adayın, yani onu mutsuz etmek istemiyor.Maalesef birçok kadının yaptığı şekilde zevk alır gibi davranıyor, kendince masum bir oyun oynuyor, inandığı ilişkisini ayakta tutmak için.

Şimdi soruyorum size DUYGU EVLENMELİ Mİ EVLENMEMELİ Mİ ?

Belki dostum Duygu’nun kafasında birileri ampuller yakar.Duygu kararsızlığına çare bulur.

Yazan: Deniz

1 Şubat 2012 Çarşamba

Karlar düşer...

Karlar düşer, düşer düşer ağlarım hep ismini hep ismini anarım… Ve sonunda kar geldi İstanbul’a…  Çığ gibi düştü bu kar Twitter’a, Facebook’a binlerce kar fotoğrafı yüklendi, haber programları karla kaplandı. Bir kar furyasıdır aldı yürüdü yani…
Şuan bile bir kar küresinin içindeymişim hissi verircesine yağıyor. Galiba iyi geliyor kar bana. Hani minik minik, sallana sallana düşüyor ya seyretmeye bayılıyorum. Rehabilite ediyor asi ruhumuJ  Uzun zamandır İstanbul’a böyle kar yağmamıştı. Çocukken kar yağdığı zaman poşetlerimizi alır, sanki zirveden kayıyormuşuz havalarında kendimizi yokuştan aşağı bırakırdık. Sabahları servis beklerken bir gözümüz hep televizyonda olurdu, okullar tatil oldu mu olacak mı diye hop oturur hop kalkardık. Bazen okula gider, tatil olduğunu öğrenir buz pistine dönmüş sokaklarda düşmekten korkmadan ayaklarımızın kıçımıza değene kadar koşardık. Ellerimiz mosmor olana kadar karda yuvarlana yuvarlana deli gibi oynardık. Kar topu yapmaktan bıkmaz, arabaların üzerine kar bırakmazdık. Ayak basılmamış karları bulmak için yan bahçelere uzanırdık. Balkondan bağıran annemize hiç ama aldırmazdık. Eldivenlerimiz eldivenlikten çıkar su torbası kıvamına gelirdi. Donumuza kadar ıslanır, büzüşen ayak parmaklarımızı umursamazdık bile… Kar keyifti, eğlenceydi, çocukluktu, ödüldü, oyundu ee biraz da soğuktu…
Zaman geçti, biz büyüdük… İstanbul’a daha az kar düşmeye başladı. Eldivenler dolaplara kalktı… Poşetlerle kayan çocuklar kayboldu. Üşümek, karın altında buz tutana kadar oynamak mı ooo unutuldu gitti, arabaların üstlerindeki karlar eriyene kadar yok olmadı.  Hep şeytanın avukatı gibi madalyonun tersini anlatıyorum ya bu sefer öyle yapmayacağım… Pembe panjurlu ev miii yokkk öyle bir şey derim ya hep bu sefer demeyeceğim. 
Benden beklenmeyecek bir söz ama insan bazen dibindeki güzellikleri kafasını kaldırıp bakmadığı için göremiyor. Facebook’a binlerce fotoğrafın yüklenmesi belki bu yüzdendir. Belki kar insanların içindeki çocuğu uyandırmıştır uykusundan. Farklı farklı kardan adamlar yapıldı bu kış, hiç biri birbirine benzemiyordu belki içindeki çocuğu uyandıranlar parmakları büzüşene kadar karın altında debelenip durmuşlardır. Ayak basılmamış karları bulmak için yan bahçelere dalmışlardır.
 Kayıp düşmekten, üşümekten korkmuyorum ben,  bence siz de keyfini çıkarın. Ben sevgilimle (eşim demeyi sevemedimmm olmuyor olmuyor) kardan adam yaptım.  Cam kenarında nescafemi  kar taneleri eşliğinde yudumladım.  Sokak hayvanlarını için endişelendim belki ama onlar için de elimden geleni  yapıyorum. Kuşlara ekmekten açık büfe hazırlıyorum cam kenarına, kedilere mama veriyorum.  Sonra ev yolunda bir sürü fotoğraf çekiyorum. Parmaklarım büzüşüyor, aldırmıyorum.
Bu kar bana yaradı galiba, baya olumlu, Pollyanna gibi bir şey oldumİyi geldin kar! İyi ki düştün İstanbul’a...

Yazan: Deniz

27 Ocak 2012 Cuma

Ah şu erkekler... :)

Selam ey kadınlar dünyası,

Her şeyden önce belirtmeliyim ki bu blogda konuk yazar olarak bulunmak benim için hem çok heyecanlı hem de onur verici bir durum. İtiraf ediyorum, bu teklifi bana yaptıklarında Alice Harikalar Diyarında’daki sırıtık kedi gibi kaldım bir süre. Bu fırsat için de ayrıca teşekkür ederim kendilerine.

“Kadının Kendi” blogunu uzun sayılmayacak kadar bir süredir ama ilgiyle izliyorum. Elimden geldiğince de tavsiye ediyorum çevremdekilere. Önceleri ben de bir blog açmayı düşündüm, “Kadının Kendi”nde yapılanın tam tersini yapmak için. Ama sonra fark ettim ki bunu yapmak ister istemez bir ayrıma, çekişmeye yol açacaktı. “Kadın ve erkek uyum sağlamalı, çekişme yaratmamalıdır. Zaten şimdiye kadar her şey kavgayla, tartışmayla çözülmeye çalışıldı, bir de diğer yolu deneyelim” deyip vazgeçtim. Yazı yazma fırsatını bana verdiklerinde de biriktirmiş olduklarını paylaşma fırsatı buldum.

Bu yüzden bağımlısı oldum işte, her postu okuyup kendime “bunu bende yapıyorum” ya da “demek bunu yapmamam gerekiyor” gibisinden bir pay çıkarır oldum. Yani evet, doğru tahmin ettiniz, kadınların dünyasının bir erkek okuru var:) Kadının Kendi, kadınları anlatıyordu, kadının isteklerini, istemediklerini, üzüldükleri ve sevindikleri şeyleri, kadının duygularını… Tabi bu durumda ortaya dünyanın belki de en çözümsüz problemi ortaya çıkıyor, erkek ve kadın arasındaki farklar!!  
 Bu farklar yaşamın her dakikasında ortaya çıkıyor, duygularda, düşüncelerde, davranışlarda, olaylara karşı duyulan hislerde, tepkilerde, isteklerde, istenmeyen şeylerde, giyimde, sinema tercihinde vs… “Kadın erkek eşittir” cümlesi siyasi ve hukuki açıdan doğrudur. Zaten Mustafa Kemal’in yapmak istediği de kadınların yaşam koşullarını iyileştirebilmek, kölelikten kurtulup kendi hayatlarını kurma fırsatına sahip olmalarını sağlamaktı. Onlarında birer “insan” olduğunu herkesin kabul etmesini sağlamaktı. Başardı ve iyi ki yaptı bunu. Ama kabul edelim, kadın ve erkeğin eşit olduğu başka hiçbir konu yoktur :) Düşünme, davranışlar,  yemek, içmek fiziksel görünüş, hatta yürümek bile iki tür arasında uçurumun dibiyle tepesi kadar farklıdır.

Bu yazı beki de iyi bir fırsat olur erkekleri biraz tanıtmak için. Abartıp sayfalarca yazacak değilim tabi :) Bu bir intikam değil yani. Okurken egonuzu kapatıp objektif bakmaya çalışın, rica ediyorum. Soru olursa ve blog sahiplerimizden izin olursa zevkle de cevaplarım.

Başlangıç olarak şunu söylemek isterim, erkek ve kadın farklı düşünür, farklı hareket eder. Kusur yapıları da birbirinden farklıdır. Erkek daha çok fiziksel kusurlara düşkünken kadın daha çok duygusal kusurlar yaşar. Erkek kıçını yayıp uzanmak ister, kadın güzel cümleler duymak ister mesela. Erkek için yemeğin tadı ve doyuruculuğu önemliyken kadın bazen sadece bir “eline sağlık” duymak ister. Bir ayrım da burada çıkar. Kadın bir şeyleri söylemeden erkeğin anlamasını bekler, erkek ise bir ihtiyaç, bir eksik varsa bunu duymak ister. Yani hanımlar, belki sakince ve gecikmeden yapılan bir uyarı çok şey değiştirebilir :)
Tamam, kabul ediyorum erkek biraz odundur. Ama her zaman inanmışımdır, kadın erkeği yontabilecek en harika araca sahiptir, tatlı dil… Japonların çok beğendiğim bir gelenekleri vardır. Birçok eski uygarlıkda da bu uygulanmıştır. Erkek evin koruyucusu, geçimini sağlayan kişidir. Kadın ise evin efendisidir. Ancak ne zaman ki bir uygarlık çöküşe girer, buna benzer değerler de çökmeye başlar. Evin direği, efendisi kadınken birden evin kölesi oluverir, erkek de kralı. Kabul edelim, Osmanlının çöküşünden ve Cumhuriyetin kuruluşundan beri çok şey değişti ama çökmüş kafa yapısının değişmesi için daha uzun süreye ihtiyaç var. Siyaset yapmanın yeri ve zamanı değil tabi :) Bu yüzden her şeyin topluca değişmesini beklemek yerine herkes önce kendinden ve kendi evinden değiştirmeye başlarsa her şey çok daha kolay olacaktır. Sevgi olmadan bir ilişkiye başlamak zaten mümkün değildir ama buna biraz da sabır eklemek iki tarafın da anlayışının gelişmesine yardımcı olacaktır.

Öncelikle biraz sabır, biraz tatlı dil ve biraz açıklama. Sanki bir çocuğa anlatıyormuş gibi de sabır. Buna ihtiyaç duyarız, yani ben duyarım. Süreli azar işitmek, bağırılmak, kavga etmek ya da trip yapmak sizi olduğu kadar bizi de yoruyor unutmayın. Çok şey değişecektir emin olun. Erkekler “evin efendisine” ihtiyaç duyuyorlar bunu rahatça söyleyebilirim.
 
Hissettiklerinizin aynısını hissetmemizi beklemeyin, bakışlarınızdan sadece bir sorun olduğunu anlayabiliriz ama sorunun ya da isteğinizin ne olduğunu anlayamayız. Asla sizinle aynı düşünemeyiz, yaratılış olarak imkansız. Madem öyle, iki cinsiyette birbirine her anlamda bu kadar zıt, o zaman konuşmayı deneyin, tanrının ilk lütfunu kullanın, iletişimi. Odunsa da yontun. Size sevgiliniz ya da kocanızın bu süreç sonunda baklava desenli, boğum boğum kaslı, parlak zırhlı bir şövalye olacağı sözünü vermiyorum tabi ki. Ama evin efendisini ve koruyucusunu hatırlamasını sağlayacaktır.

Çok konuşulan ve herkesin dilinde olan bir konu belki. Belki de anlattıklarım çok yüzeysel bilmiyorum. O zaman lütfen bakış açınızı değiştirin. Erkeği “nasılsa artık benim oldu” düşüncesinden kurtarın. Sizin, onun için değerli bir varlık olduğunuzu, “efendisi” olduğunuzu anlamasını sağlayın. Okuyun, araştırın, paylaşın, sorun. Erkeği yönlendirmeden önce erkeğin ne olduğunu öğrenmeye çalışın, sizin erkeğinizin nasıl biri olduğunu anlamaya çalışın. Bilmediğiniz bir şeyi değiştiremezsiniz ama tanıyorsanız, zayıflıklarını, kusurlarını biliyorsanız, nerden saldırmanız gerektiğini de bilirsiniz.

Bir defter edinin ve yaşadıklarınızı not alın, bir günlük gibi. Hayat iyi veya kötü tecrübelerden ibarettir. Yazın ki kötüleri tekrarlamayın, iyilere ve düzetme yollarına yönelin. Hayat kısa, gerçekten seviyorsanız yaşamı kavga gürültüyle geçirenin hiç anlamı yok, sürekli üzülüp trip atarak, depresyona girerek hayatın güzelliklerini kaçırmanın anlamı yok. Ama eğer ne yaparsanız yapın iş hep yokuşa sürülüyorsa, kafasına tava geçirmekten de çekinmeyin:) 

Burada mesele almak vermek değil. Burada mesele iki tarafında birbirini anlamasın sağlamak. Birçok zorluk çıktı karşınıza değil mi? Hepsinde yan yana değil miydiniz? Eh şimdi başka bir zorluk çıktı işte, yine yan yana olmak gerekmez mi? Karşınızda bi odun, bir çocuk varsa, ilk başlayan olma fedakarlığını göstermek istemez misiniz? (Bu arada itiraf ediyorum hala agucuklarla sevilmeye bayılıyorum, dudağım sarkıveriyor ister istemez:)

Kadın ve erkek zıttır doğru. Ama bir söz var, diyor ki “uyum, aynı kutupların değil, zıt kutupların bir araya gelmesiyle oluşur. Zıt oldukça kadın ve erkek birbirini çekecektir. Uyumu sağlamak ise bizim elimizde. Hem düşünsenize, sizden bir tane daha var karşınızda…Uyşşş kendimi düşündükçe dünyanın ne kadar çekilmez olacağını anlayabiliyorum:)

Neyse, şimdilik bu kadarı yeter. Umarım başka bir yazıda daha görüşme şansımız olur. Bakalım sınavdan geçebilecek miyiz? Başka bir yazıya kadar… Sağlıcakla kalın…

Konuk Yazar: Tekila (Erkektir kendisi)

25 Ocak 2012 Çarşamba

Cansu Dere’nin yerinde olmak isterdim

Şimdi Cem Yılmaz, ani bir kararla evleniyor diye Cansu Dere’nin yerinde olmak istemem mi lazım? Herkesten mırıl mırıl sesler yükseliyor yok Cansu Dere'nin yerinde olmak istemezlermiş de falan filan. Ben isterdim walla, acımı içime gömer, ammannn benim keyfim yerinde der, depresyonumu olağanüstü gizlilikte yaşar, içimden Cem Yılmaz’a küfürler eder Roma senin Viyana benim takılır dururdum.

Şaka bir yana, Cansu Dere de bahane ama eski sevgilinin evlenmesi olayı tabiri caizse çok boktan bir durum…  Hani sezon başında mağazadan aldığın bir kıyafet sezon ortasında birden %80 indirime girer ve sen kendini keriz gibi hissedersin ya ondan bile kötü bu! Hele bir de o seni terk ettiyse ve sonra da ani bir şekilde evlendiyse off off ne desen boş yani… Bak mesela Pucca’ya kız o acıyla iki tane kitap yazdı daha hızını alamadı. Ansiklopedi yazsa yine alamaz hırsını…
Kadın olmak böyle bir şey işte, eski meski ama benim olsun diyiveriyorsun. Bunun adına basbaya egoistlik deniyor ama ne yapalım işte… Kör ölür badem gözlü olurmuş derler ya tam da mesele bu. Mesela sevgilinle ayrılırsın, ayrıldığın gün unutursun gider ama ne zamanki evleneceğini duyarsın birden aklına düşüverir. İçten içe merak edersin eşi olacak sevgilisini… Offf sanki evlenip başları göğe erecek ya bilirsin ermeyeceğini ama erecekmişcesine içini eritir insanın.  Sanki o kadın evlenince kraliçe olacak da sen kül kedisi gibi yaşamına devam edeceksin. Ne kraliçesi oysa çamaşır yıkayacak, ütü yapacak, bildiğin kül kedisi oluverecek işte! Hele bir de Facebook var ya o Facebook insanlar hep güzel anlarının fotoğraflarını yüklüyor, kadın saçı başına karışmış ütü yaparken fotoğrafını yükleyecek değil ya efendime söyleyim Pazar brunchları, heyecanlı düğün kareleri, balayı enstanteneleri, elele göz göze aman bir aşk bir aşk… Gel de ortadan ikiye çatlama.

Bir kadının eski sevgilisi evlenecek de üzülmeyecek ha! Offf hayatta yemem. Benim keyfim yerinde demiş Cansu Dere, yersen tabi.. Gerçi ne desin ki, ahhh ne güzel espriler yapardı, gülmekten ikiye yarılırdım, 7 sene takıldık, kadın geldi hoooop aldı adamı şimdi de basıyor nikahı mı desin. Diyemez ki… İlerleyen günlerde alemlere akar Cansu Dere ohhh be dünya varmış pozlarına girer, Cem Yılmaz’a sen evlen, evinin erkeği ol kukumav kuşu gibi otur, ben de hayatın tadını çıkarayım mesajları verir…
Birçok kadının yaptığını yapar yani, Cansu Dere de olsa birçok kadının hissettiğini hisseder... Şimdi neden Cansu Dere’nin yerinde olmak isterdime geleyim. Eeee Cansu Dere işte! Cem Yılmaz evleniyorsa Cansu Dere’de çatlatır onu! Sen evlendin ben eğlendim tadında gazete sayfalarından göz kırpar Cem babayla karısına. Atlar bir yurtdışına gider o da yetmez dünya turu yapar.Ünlü olmayan sıradan tipler ne yapsın, Paris’e de kaçamaz sevgilisi evlendi diye… Alemlere de ne kadar akacak. Giyecek pijamaları oturacak buzdolabının önüne nutella üzerine muz, sonra tatlı gelecek üzerine peynir sonra ne bulursa yiyecek işte…  Şahsen ben yaşadım bu durumu… Farkındaysanız detaya bile girmek istemiyorumJ Bir de arkadaşlarına dert anlatacak, kendini ezik ezik vişne çürüğü gibi hissettiren bakışlarla mücadele edecek. Kimse bilmese girecek Facebook’a eski sevgilisinin yeni hayatının belgeselini izleyecek… Kafasında salak salak şeyler üretecek.

Özetle eski sevgilinin evlenmesi, hele hele çoook mutlu olması hiçbir kadını mutlu etmez. Off bazen düşünüyorum da ne zor varlıklarız biz kadınlar! Eski sevgilisi evlenenlere Ümit Besen’den gelsinJ Nikahına beniiii çağır sevgilim, kır düğünü olmazsa gelmem bilesin!

Yazan: Reçel

17 Ocak 2012 Salı

Vermek ya da vermemek...

Evlilik ile evlilik öncesi dönemi nasıl kıyaslarsın nedir en temel farkları diye soranlara lafı hiç uzatmadan cevabımı veririm. Vermek ya da vermemek işte bütün mesele bu! Olmak ya da olmamak faslını geçtikten sonra yani olmaya karar verip evlendikten sonra herkes her şeyin birden değiştiğini evliliğin aşkı öldürdüğün filan anlatıp duruyor… Ben nelerin değiştiğine değil de temelde neyin değiştiğine odaklanıyorum.

Vermek ya da vermemek dedim ya bence evlilik öncesi dönemde ilişkiler vermemek üzerine kurulu. Göster ama verme de dahil olmak üzere iki taraf da vermemeye programlı o dönem de. Vermediğin hiçbir şey için yargılanmıyor, yadırganmıyor ve eleştirilmiyorsun, hatta vermediklerin göze batmazken verdiklerinle ise kıymetli oluyorsun. Mesela en basitinden yemek yapmak zorunda olmuyorsun, yemek yapmadın diye sorumlu da tutulmuyorsun ama domatesli bir makarna yapmışsan en harika övgüleri almayı başarıyorsun. Sevgiline yıl dönümü, ay dönümü ya da gün dönümlerinde hediye almak zorunda olmuyorsun, içinden gelir de alırsan bu romantik jestin için sevgilinden tam puan alıyorsun… Başka bir örnek daha mesela sevgilinin ailesini mutlu etmek gibi bir görevin de olmuyor… Bu liste böyle uzayıp gidiyor. Yaptığın her şeyi, gelecek planlarını, hedeflerin hakkında da ser verip sır veremeyebiliyorsun. İki kişi yaşarken tek kişilik hayatın tadını çıkarıyorsun. Tek kişilik yatağında aslanlar gibi kıçın başın açılmadan, yastığını yorganını çeken kimse olmadan misler gibi uyuyorsun. Tek kişilik hayatını çift kişilik yataklarda geçirenler de var.
Evlilikte ise vermek üzerine programlanıyor her şey… Vermek! Vermek ve koşulsuz vermek. Bu evrede vermediklerinde yargılanıyor, yadırganıyor ve eleştiriliyorsun. Verdiklerin ise göze görünmüyor. Mesela her gün yemek yapıyor ama birkaç gün yapmıyorsan yani verip verip de birkaç gün vermiyorsan senden beteri, sorumsuzu, düşüncesizi olmuyor. Yıl dönümü, ay dönümü, gün dönümünde eve hediyesiz geliyorsan yıllarca dilden dile dolanacaksın ve bu da kara damgayı hiç üzerinden atamayacaksın canım… Haaa hediyeyle geliyorsan da bir şey olmuyor yani. Başın göğe ermiyor.

Mesela eskiden domates katliamı yaparak hazırladığım peynir domates tabağıyla aldığım övgülerle kendimi NTV’nin ünlü aşçısı Refika gibi hissediyordum. O günler çook gerilerde kaldı tabi ben de Refika olamadım bu süre zarfındaJ Şimdi iki gün yemek yapmıyorsam zaten ben hiç yemek yapmıyorum ki!

Daha uzatıp da kimsenin içini karartmak istemiyorum. Aldım verdim ben seni yendim, oyunlarına da karnım tok… Dedim ya vermek ya da vermemek işte bütün mesele bu. He bir de evlilikte bir tarafın verip diğerinin vermediği durumlar var. En boktanı da o!

Yazan: Reçel

7 Ocak 2012 Cumartesi

999 kusurlu hareketten 99’u

9 kusurlu hareket… Futbolun, iş hayatının, arkadaşlığın, aşkın hepsinin ayrı ayrı 9 kusurlu hareketini saymak mümkün.  9 kusurlu hareketin neden bu kadar kritik olduğunu açıklayayım önce, bu 9 hareketten birini bile yapınca adın çıkıyor 9’a sonra bir daha 8’i göremiyorsun. Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama şu kusurlu hareketleri bu sayfaya yatıralım da yakından tanıyalım, tuzaklarına düşmeyelim dedim. Can sıkıntısı işteJ Bu aralar kusurlu hareketlerle aram baya bozuk…
Önce iş hayatının, sonra arkadaşlığın, aşkın kusurlu hareketlerini sayacağım. Evliliğin kusurlu hareketlerini en sona bıraktım. Çünkü sıra evliliğe gelince 9’lar 9 doğuruyor, sayı oluyor hoop 999! 999 kusurlu hareketi de burada tek tek yazarsam tarihe geçerim herhalde. Şaka bir yana evliliğin öyle bir psikolojisi var ki, evlenmeden önce karşındakinin hatalarını, eksiklerini, kusurlarını görmeme eğilimde oluyor insanlar. Ama evlendikten sonra neden bilmiyorum ama garip bir şekilde her şey değişiyor. Kusurlara, hatalara, eksiklere odaklanıveriyor herkes. İşte tam bu yüzden sevgiliyken 9 kusurlu hareketten sakınman gerekirken evlendiğinde 999 kusurlu hareketten kaçınman gerekiyor. Ne konuşsan, nasıl davransan olmuyor. Hep bir 9’a hep bir kusura çarpıyorsun.

İş hayatında 9 kusurlu hareket:
1.  İlk sırada tabii ki işe geç gelmek geliyor… İşten  geç çıkıyorum ama zinhar geç kalmamalıyım sabahları.. Ulan gece gündüz çalışıyorum, yöneticilerim öğlen işe geliyor nasıl olsa, gece yarıları zırt zırt mail cevaplıyorum diye sabahları ay beş dakika daha uyuycam ne olur yani diyorsan işte dokuz kusurlu hareketten birini yaptın!

2.Babana bile güvenme kuralı bu yakada da geçerli. İş yerinde de kimseye güvenmeyeceksin şekerim… Bugün iyisin yarın kötü. O yüzden dedikodularını, sırlarını, yavşak şakalarını kendine saklayacaksın.  Yok walla tutamam içimde patlar diyorsan tuvalet kapısının arkasına yaz. 

3. Sosyal medya oyunlarına dalmak. Farmville filan oynayıp, yok fasülyem kurudu, domates mi eksem triplerine girersen, fasülyenin kendisi oluverirsin, nasıl olduğunu da anlamazsın. 

4. Kraldan çok kralcı olmak tabii ki… Hangi ata oynasam hangi birinci gelir hinliklerine hiç girmeyeceksin. At yarışı bu kimin ne zaman ayağının kırılıp yarış dışı kalacağı belli olmaz. Bu yüzden kimseye kopppp da gel koopp daa gel demiyceksin. 
5.       İşyerinde çekirdek yemek!  Yok ben çaktırmadan yerim diyorsan yanılıyorsun. Bunun gizlisi saklısı yok. Kendi gitse kokusu kalıyor. Bizzat denedim.

6.       Google çeviri servisine güvenip de Rusçam da fena değildir azıcık da İtalyancam var Çince de çat pat demek. 

7.       Tuvalet kapısını kilitledikten sonra kontrol etmeyi unutmak… Aslında bunu başa mı yazsaydım. İş hayatında iz bırakmak önemli ama bunu tuvalette denemeyeceksin.

8. Küfürlü yazışmalar mıııı aman haaa….  Adam yerine koymadıklarınaaa walllaaa çok üzgünüm diye yalvarmak zorunda kalırsın. 

9.       Beleş interneti bulunca, eline yüzüne bulaştırmak. film arşivi oluştururum ben burada diye çakallık yapmayacaksın!

Arkadaşlıkta 9 kusurlu hareket:
1.     Can ciğer kuzu sarmasıyız, aramızda kusurun lafı olmaz diye düşünüyorsan hooop düştün ağa.

2.       Arkadaşının eski ve yeni sevgilileriyle ilgili iyi, kötü tüm düşüncelerini ayyy canım arkadaşım nasıl olsa diye paylaşmak.

3.       Kadın, erkek arkadaşlıklarında, kankalıktan sevgililiğe terfi etmek tabii ki 9 kusurlu hareketten biri. 

4.       Ne olursa olsun arkadaşına güveneceksin, arkadaşını satmayacaksın, sempatik olayım diye onun gizli saklılarını orta yerde standup yapar gibi anlatmayacaksın. 
5.       Cevapsız çağrılar, ödemeli aramalar …

6.       3 günlük sevgilini 3 yıllık dostuna tercih etmek. 

7.       Eşoğlu eşek şakalarının bokunu çıkarmak.

8.       Ben yapmadım o yaptı diye osuruk dahil tüm rezillikleri arkadaşının üzerine atmak.

9.       Kilosuyla, burnuyla, kıçıyla, kılıyla dalga geçmek.

Aşktaki 9 kusurlu hareket:
1.   İlk günden hayat hikayeni, eski sevgililerini anlatmak.

2.       Kaçan kovalanır felsefesine kapılıp, o sana geldikçe hadi hadi kovala beni diye tavşan gibi kaçmak.

3.       Kıskançlığın dibine vurmak.

4.       İlk günden siyam ikizi gibi hissetmek, sürekli buluşmak, buluşmadığın sürelerde tuvalette bile telefonda konuşmak.

5.       Olmadığın biri gibi görünmek. Yemek yerken kibar olmaya çalışmak, gülerken dikkat etmek, mini bir kuşum bennn incitme beni ayağına yatmak.

6.       Fantastik iç dünyanın kapılarını zamanından çoook önce sonuna kadar açmak.
7.       Birlikte alışverişe çıkmak, ilk haftadan onu bütün arkadaşlarınla tanıştırmak.

8.       Facebook, twitter da ona buna boncuk dağıtmak.

9.       Sarmaş dolaş, vıcık vıcık olmak.

Şimdi sıra geldi evlilikteki en önemli kusurlu hareketlere…..  Bunların hepsini yazacak kadar kırmadım daha. En bombalarını yazacağım.

Evlillikteki  9 kusurlu hareket:
1.  Karşındaki kişiyi evlenmeden önce ve evlendikten sonrasıyla kıyaslamak.

2.       Eşinin annesi, amcası, ninesi, dedesi, süt annesi, eniştesi vs.. 7 göbek akrabalarından birine bok atmak.

3.       Ortak kullanılan tuvalette sifonu çekmemek, küvette saçları unutmak.

4.       Yoruldum, başım ağrıyor, hastayım gibi ifadeleri ayda bir ya da iki kereden fazla kullanmak.
5.       İğrenç yemekler yapmak, hatta yapmamak. Armut pişse de ağzıma düşse diye beklemek.

6.       Eleştirmek, yorum yapmak, soru sormak, detay istemek.

7.       Evli, barklı, çocuklu moduna girip her şeyden elini eteğini çekmek.

8.       Kumada, yatak, yorgan, yastık kavgası yapmak.

9.       Evlilikte de restorandaki gibi davranmak. Yemek siparişi verip, yemek masaya geldikten olay bittikten sonra yan masada oturan kişinin tabağına bakıp acaba o yemekten mi söyleseydim diye düşünmek.

Benden bu kadar gerisi de sizden gelsin :)

Yazan:Reçel

5 Ocak 2012 Perşembe

Parayla aşk olmaz diyenlere gelsin...

Aşk mı para mı? Ne kadar basit görünse de bir o kadar zor bir soru! Ne kadar dürüstüm ya bunu da herkes böyle ulu orta söyleyemez. Ben söylüyorum wallla... Kızmayın darılmayın. Eeee yeşilçam’ın herkesin bir fiyatı varmış ulannn naralarıyla büyüdük. Hayat zıtlıkların bir bütünüdür derler ya herkesin bir fiyatının olduğuna inanırken hediyenin de büyüğünün küçüğünün olmayacağına inanmak çok anormal gelmiyor insana…

Evet bu zamana kadar ‘’hediyenin büyüğü küçüğü olmaz’’a inanarak gelen abidik gubidik hediyelere bile sevindik. Hele söz konusu hediye sevgiliden geldiyse… Aman ne önemi var parasının dimi ama düşünmesi yeter moduna giriverdik. İşte bu nedenle odamız hiç biri bir diğeriyle uyum sağlamayan bir sürü biblo, yok efendim peluş ayılar, takı çekmecemiz ise gümüş çakması kolyelerle vs. doldu.
Bu zamana kadar kıytırık hediyelere bile gıkımız çıkmadı ama bu yazıdan sonra hediyenin büyüğüne küçüğüne bakıp, küçük olanları itinayla verenin kafasına atacağız gibi görünüyor. En azından ben geçmişin acısını çıkararırım kendi adıma. Bunu bir 10 yıl önce öğrenseydim önüme gelen ayy ne gerek vardı ya niye hediye aldın canım düşünmen yeter demez,  bir kız arkadaşımın dediği gibi ala ala çikolata almış free shop’tan öküz, insan gider  bir parfüm alır triplerine girerdim. Öyle olsaydı odamda değerleri taşlar, parfümler vs…’den bir koleksiyon olurdu herhalde.

Neyse sadete geleyim.  İtalya’da yayın yapan Amerikan televizyonu Channel QV Hediye ve Duyguların Ekonomik Değeri isimli bir araştırma yapmış.  1250 kişinin katıldığı araştırmada katılımcılara duygularını ifade etmek için ne tür yollar izlediklerini ve nasıl hediyeler tercih ettikleri sorulmuş… Sonuç enteresan. Ulan aşkı n maddi değeri 98 ila 140 Euro arasında değişiyor. Duygu yoğunluğu arttıkça alınan hediyelerin değeri de katlanıyormuş.

Araştırma sonuçlarına göre bir kişi karşısındakine “seni düşünüyorum” demek istiyorsa 87 euro (215 TL), “seni seviyorum” demek istiyorsa 98 euro (242 TL), “sana aşığım” demek istiyorsa 140 euro (347 TL) ve “benimle evlenir misin” demek istiyorsa 767 euro (1897 TL) değerinde bir hediye alıyor.  Bizim aşkımız, sevgimiz bedavaya gitmiş de haberimiz yok… Ankete katılanların yüzde 86’sı son bir yıl içerisinde “seni seviyorum”, yüzde 69’u ise “Sana aşığım”ı ifade eden hediyeler aldıklarını söylemişler.

Hediyenin büyüğü küçüğü oluyormuş yani… Bunu söylemişken bir de parayla saadetin olduğunu açıklayayım da tam olsun. Parayla saadet kadar birbirine yakışan iki şey düşünemiyorum ben şahsen.  Bir de böyle bir araştırma yapsalar da beni haklı çıkarsalar bekliyorum bekliyorum… 
Yazan: Reçel