Bu blogu yazmaya başladığımdan beri kadınların duygularını, erkeğin egemen olduğu bir dünyada kadının hayata nasıl bir sıfır geride başladığını, evlilikte de olduğu gibi hayatın birçok evresinde erkekten daha fazla fedakârlık ve özveri göstermek zorunda kaldığını kendimden çevremden örneklerle anlatıp durdum. Bunları anlatırken çok da masum bir dil kullanmadığımı biliyorum. Bir açığını bulduğum her noktada çektim kelimelerin kılıcını… Söylemek istediğim her lafı soktum. Belki, yazılarımı okuyan kadınların içlerinin yağını erittim, erkeklerinin de tüylerini diken diken ettim. Etmeye de devam edeceğim… Daha yazacak o kadar şey, sokacak o kadar laf var ki!
Hani yiğidi öldür hakkını yeme diye bir laf vardır. Şimdi kelimelerin kılıcını kınına sokup bu lafın hakkını vermek istiyorum. Son iki üç haftadır, ülke olarak gözlerimizi her sabah karanlığa açıyoruz… Bir acı dinmeden diğeri başlıyor adeta. Herkesin gözlerinde acı ve umutsuzluk var.
Ateş düştüğü yeri yakar derler ya… Çok doğru. Bir acıya doğrudan maruz kalmayınca insan o acıyı yüreğinin derinlerinde hissedemiyor. Van’daki deprem ve 24 askerimizin şehit olması hepimizi derinden etkiledi. Bizi bu kadar sarstıysa bunu yaşayanları ne hale getirdi kim bilir?
Eminim birçok kişi gece yatağında gönül rahatlığıyla uyuyamıyor. Ben sıcak bir yataktayken Van’da kadınların, bebeklerin, çocukların, yaşlıların soğuktan iliklerinin donduğunu içimde hissediyorum. Çok kötü bir duygu!!! Sabah haberleri açtığımda dağılmış, sarsılmış ama ayakta kalmaya çalışan insan yüzlerini, çaresizliğin resmini görüyorum. Kadınların göz yaşlarına erkeklerin acılarını göstermemek için harcadıkları o çabaya şahit oluyorum.
Ama gel gör ki acının rengi, dili, ırkı, kadını, erkeği olmuyor! Bu felakete maruz kalan herkes acı çekiyor. Herkes bir ötekiyle aynı duyguları paylaşıyor. Kadın olarak belki de erkeklere nazaran şanlı olduğumuz nadir noktalardan biri acı çekmek! Biz acımızı göstererek yaşayabilme özgürlüğüne sahibiz. Bu hediye her ne kadar kadınlar zayıftır diyen erkeklerin bize bahşettiği bir şey olsa da… Acı çektiğimizde ağlayabiliyoruz, bize uzatılan eli tutup, yakınımızın omzundan güç alıp, dilediğimize hıçkırıyoruz. Yıkılıyoruz, bayılıyoruz, çığlıklar atıyoruz, isyan ediyoruz.
Ama iş erkeklere gelince birden madalyon tersine dönüveriyor. Hayatımda duyduğum en saçma laflardan biri buna sebep olan… Neymiş o Erkekler Ağlamaz!!!! Bu nasıl bir tabu, nasıl bir kuraldır hiçbir zaman anlayamadım. Göz yaşının kadını erkeği mi olur dedim hep içimden… Bunları düşünmeme rağmen ağlayan bir erkek gördüğümde sarsıldım, şaşırdım. Oysa ağlamak ya bunda ne var şaşıracak! Çocukluklarından itibaren ağlamamaya, acı çekse de belli etmemeye programlanmış erkeklere gerçekten üzülüyorum. Öyle bir baskıya maruz kalıyorlar ki, sanki acı çekerlerse erkekliklerinden kaybedecekler, hele acı çektiklerini öyle ulu orta ilan ederlerse bambaşka bir şeye dönüşecekler. Bu yüzden erkekler duygularını bastırmayı öğreniyor, acılarını içlerinde yaşamayı benimsiyorlar. Ve yine bu yüzden acı çeken kadınlardan tırım tırım kaçıyor, ağlayan bir kadına tahammül edemiyorlar.
Oysa dedim ya acının kadını, erkeği olmuyor. Biliyorum onlar da en az kadınlar kadar acı çekiyor…
Keşke toplumun dayattığı şu tabulardan kurtulup acılarını yaşayabilseler, paylaşabilseler…. Her anlamda kendilerinden daha güçsüz, daha zayıf, daha eksik gördükleri kadınlardan alacakları çok önemli bir ders var bu anlamda!