22 Aralık 2011 Perşembe

Biraz romantizme ne dersiniz, ben o ne derim…

Romantizm ne zor bir sözcük, romatizmaya da ne çok benziyor. Romatizma yönünden kuvvetli, romantizm yönünden zayıf bir toplum olduğumuz için romantizm diyince hemen herkesin aklına mum, kırmızı gül ve şarap gelir nedense. Cebi biraz dolu olanlar birkaç adım daha önde tabi, şömine önü ve Paris’i unutmamak lazım. Yıllardır kardan adama bir şey katmadığımız, yurdumun dört bir köşesinde hep aynı kardan adamı yaptığımız gibi romantizm olayına da bunlardan başka bir katkımız olmamış.
Kendime romantik diyemem ama mum, şarap ve kırmızı gül üçlüsüyle romantik geçinenlerden daha iyi bir romantiğimdir kesin.  Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık, memlekette romantik vardı da biz mi olamadık! Bana biraz romantizme ne dersin diye sorsalar o ne derim! O kadar yani…Nedense bizde romantizm kadınlara özgü, erkeklerin erkekliklerini azaltan onları kadınlaştıran bir şey gibi algılanıyor. Herhalde bu yüzden bütün erkekler romantikliğin yanına yanaşmıyor… Romantik erkeğe hemen bir light etiketi yapıştırılıyor. Romantizmi bırak romantik filmleri bile izlemeye katlanamıyorlar. Romantik bir gece geçirmek onlar için gayet erotik ve fantastik anlamlar içeriyor. Bu yüzden bazı romantik filmlere, mum ışığında hiç sevmedikleri biraya, rakıya rakip olmayacak şarap eşliğinde katlanmak zorunda kalıyorlar. Sonuç beklemeye değerse romantizmde çekilebilir oluyor onların gözünde. Oysa ne kadar kolay romantik olmak ne de zahmetsiz iki mum yak, 10 tl ver bir gül al bir de şarap aç ooohh ne ala… Al işte oldu sana romantik. Ulan buna rağmen romantik olamıyor ya bu erkekler çüşş yani.
Keşke şöyle romantik anılarım olsa da döktürsem şurada nasıl romantik olunuyormuş örnekleriyle anlatsam ama nerdeeee… Bana da uğramadı ki, oysa romantik komediye bile havada üç takla atardım... Saatlerce yağmur altında yürümek, sokaklarda dans etmek, birlikte çilekli pasta yapmak, beğendiğimiz kitapları okumak sonra birbirimize… Hep hayal etmişimdir bir gün o kadar romantik bir sevgilim olacak ki bir sabah uyandığımda camdan bakarken uçan balonlar göreceğim havada sonra bir bakacağım o pencerenin altında mutlu sabahlar balonları uçuruyor benim için. Mayıs ayında papatya toplayacak bana, sahilde önce yıldızları sonra günün doğuşunu izleyeceğiz beraber. Şimdi düşünüyorum da ben de baya uçmuşum değil mi? Bunların hiçbiri bana uğramadı işte. Çilekli pastayı geçtim bir tost yapan bile olmadı ya. Hatta mum, şarap, gül ile çakma romantizmin bile yanından geçemedim. Bu bir bakıma iyi bir bakıma da bunları hiç yaşamadığım için baya boktan bir şey. Önce iyi tarafından bakalım ya böyle biri benim karşıma çıksaydı ve sonra kaybolsaydı tüm o romantik anlardan sonra antiromantik insanlara ve anlara nasıl katlanabilirdim.
Bazı zamanlarda ne kadar haz etmesem de Polyana’ya iş düşüyor. İşte ben romantizme o ne ki diyecek durumda olduğum için aslında çok da fena durumda değilim. Zaten bence erkeklerin büyük çoğunluğu bizim romantizm olarak adlandırdığımız şeyleri içinden gelerek yapmıyor. Biraz önce de dedim ya köprüyü geçene kadar mış gibi yapıyorlar… Mum, şarap, gül üçlüsüyle romantik sandığın adam nikah cüzdanıyla birlikte hoooop özüne dönüveriyor, sonra da bazı saftirikler nereye gitti o evlenmeden önceki romantik adam diye yana yakıla söylenip duruyor. Yahu nereye gidecek şekerim, özüne döndü, keresteye bağladı işte… Titanic’teki Jack’i buldum da kaybettim diye boşu boşuna üzülüyorlar ya krep gibi incecik yüreğim dayanmıyor, söylemeden edemiyorum dost acı söylermiş neticede.
Bu kadar dostluk yeter. Hep felaket tellalı olmayım da bir de iyi bir şey söyleyeyim. Hala umudunu kesmeden romantik erkeği arayanlar ya da bir odundan bir romantik yaratmaya çalışanlara iyi bir haber vereyim . Romantik erkek için 50’li yaş grubuna yönelebilir ya da 30 sene filan beklemeyi tercih edebilirsiniz. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre erkekler, en romantik dönemlerini 53 yaşında yaşıyorlarmış. Yaşları 18 ve 65 yaş arasında değişen 2 bin erkek arasında üşenmemişler romantizm kırıntıları bulabilmek için araştırma yapmışlar.  Araştırma sonuçlarına göre 50′li yaşlardaki erkeklerin genç erkeklere göre aşka daha düşkün olduğu ve bu erkeklerin sevgililerine, eşlerine sürpriz yapmayı daha çok sevdikleri kabak gibi çıkmış ortaya. 50 yaş grubundaki erkeklerin yarısı şiir yazarak, yarısı da romantik haftasonu tatili düzenleyerek eşlerine sürpriz yapıyormuş.
Seçim sizin ya 20-30 sene bekleyin, ya 50’li yaş grubuna yönelin ya da benim gibi romantizm mi o ne diyin!

Yazan: Reçel

20 Aralık 2011 Salı

Noel Baba, mümkünse seneye görüşelim

Yeni yıl yeni yıl bizlere mutlu olsun yeni yıl yeni yıl yeni yıl…. Aralık ayında bir yeni yıl manyaklığı sarar dört bir yanı. Noel  anneler, noel babalar, marketlerde yılbaşı sepetleri, internet sitelerinde yılbaşı programları, yılbaşı fırsatları, alışveriş merkezlerinde yılbaşı süslemeleri, vitrinlerde kırmızı donlar, jartiyerler off içim daraldı. Biten bir yılın ardından yeni ve bilinmezliklerle dolu bir yılın tedirginliği mi desem yoksa sihirli değnek değecek de her şey mükemmel olacak psikolojisinin yarattığı hava mı bilemiyorum yeni yıla haftalar kala hep girerim bu sendroma! Bir de iğrenç yılbaşı geyikleri vardır hani, seneye görüşürüz esprileri ıyy, gel de tahammül et. Ya zavallı hindilerin kıçlarına soktukları kestanelere ne demeli! Yılbaşından önce tacize dikkat uyarıları sonrasında tacize uğrayanların televizyonlarda 50 kere arka arkaya gösterilmesi… İşte yine geldi buldu beni yeni yıl sendromu!
Yıllardır yeni yıl gecelerine kılım zaten. Tombala oynadığımız ve ağacın altında benim için bir sürü hediyenin olduğu çocukluğumun yılbaşı gecelerinden sonra yani büyüdükçe çekemez oldum.. Aaaa kırmızı don giymeden olur mu bak ne güzel kırmızı kırmızı şans getirir laflarına hiç gelemem hele. Kıçla, donla şansın ne ilgisi olabilir ki…  Oluyormuş işte, kırmızı donu giydin mi oluyormuş…

Bir de yılbaşı gecesi eğlencenin bokunu çıkarman, çakır keyif halde gelen yıla gel ulannn gelll, bak ben buradayım ne de kafa bir insanım ben seni eğlendireyim sen de beni demen gerekir ya bu beni acayip strese sokar. Eğlenmeye kitlenip bütün gece kendi kendime sorarım acaba eğleniyor muyum, yeni yılı karşılamak için bu kadar eğlenmem yeterli mi, dünyanın parasını bayıldım ahhh olmadı ya biraz daha çoşkulu olmam lazım diye kendi kendimi yer sonra bütün gece kendimi yiyip dururum.
Tabii yılbaşı programlarını hep son dakikaya bırakma huyum da rezil yeni yıl gecelerinin sebeplerinden biri… Yılbaşı programını sona bırakırsan Aralık soğuğunda kardan adama bağlar elinde bira şişesiyle tıkır tıkır titrersin.  Ya da onumu yapayım buraya mı gideyim derken saat 12.00’yi geçer, yapacak bir şey kalmayınca pijamaya bağlanır olay. Sonra Allahhh bütün sene pijama modunda geçecek korkusuyla gözüne uyku girmez yatakta bir o yana bir bu yana dönersin.

 Bugüne kadar keyifli geçen bir yılbaşı gecem varsa o da 2000’e girdiğimiz o gece. Hani Milenyum milenyum diye kendimizi yırtmıştık. Sanki uzay çağına gireceğiz anasını satayım. Bir milenyum fırtınası sorma gitsin… Daha 16 yaşında filandım. Deniz’le iyice girmiştim Milenyum triplerine. Yeni yıla Deniz’in eniştesinin yalısında girdik. Gelecekten fırlamış gibi kıyafetlerimizle rıhtımdan denize gireceğiz diye tuturmuştuk. Deli deli bütün gece dans ettik, gizli gizli içtiikk…

Sonra bir başka yılbaşı Noel Baba ile barışmaya karar verdim. Deniz’le birlikte 20-30 tane elma şekeri aldık, bir kırmızı torbanın içine koyduk, taktık şapkalarımızı sakallarımızı… Meydan da çocuklara şeker dağıtacağız hesapta. Ulan ne anlar bu veletler Noel babadan… Şekerler bitince dostluk da bitti tabi bir kovaladılar bizi şeker isteriz diye…  O gün acıdım Noel Baba’ya, adam bütün yıl yatıyor ama yeni yıl geldi mi eşek  gibi sürünüyor.
Bir de yakın geçmişten örnek vereyim de sendoromumla sizinde yılbaşınızın içine etmeyeyim şimdiden. Geçen yıl öyle bir yeni yıl yaşadım kiii bu yıl neler gelecek başıma korku filmi gibi yaa tırsıyorum.  Evli ve mutlu bir aile yılbaşını sevdikleriyle ailesiyle birlikte kutlar dedik, aile olayına girmeye karar verdik. Sevgili eski sevgilimin annesi, babası ve benim annemi çağırdık bize… Sevgili eski sevgilimin annesi aaaa yılbaşında nar patlatmadan olur mu dediii kapıdan girerken aldı narı eline fırlattı bir beyzbolcu edasıyla bütün koridor nar gölüne döndü tabii bu gölü temizlemekte evin Alfenzo’suna düştü… Yılbaşı havasına şapka ve yılbaşı süsü takmadan olur mu? Olmmazzz… Taktık şapkaları. Herkes bir noel baba, bir noel anne olmaya meraklıymış meğerse. Noel babanın tahtına göz dikmişiz biz ailece.. Bir Ho Ho Hoo demediğiz kaldı. Hani eğleniyoruz ya ondanJ Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Annem kurduğum yılbaşı ağacını beğenmedi, aaa hiç renk uyumu zevk yok sende dedi. Ağacı usta edasıyla tekrar yaratmaya kendini adadı. Öyle de ciddiye aldı ki… Ver topu, al meleği… Birkaç saat kadar uğraştık durduk. Sevgili eski sevgilimin annesi kırmızının büyüsüne kapılmış, donları almadan edememiş, hadi canım giyelim donlarımızı demezler mi! Aaaaayy ne donu ya ne kırmızısı diyemedim tabi… Yılbaşı gecelerinin vazgeçilmezi meğerse tv programlarıymış da ben bunca sene keşfedememişim.. Açtık bir kanalı, bir ay önceden yapılmış stüdyo programları eşliğinde kendimizi kendimizi sağlıklı yaşama adadık, gelsin portakal gitsin muz, kestane…. Yerli malı yurdun malı yani…

Bitmeyecek sandığım gecenin sonu geldi… Herkes gittikten sonra ağaç altındaki hediyeleri çocukluktan kalma alışkanlıkla açayım dedim. Önce sevgili eski sevgilimin hediyesini açtımmm… Danananaanammmm ahaaa bir yemek kitabı… Kafayı yiyecektim yaa yılbaşı hediyesine bak, altından neler çıkar neler.. Senin pilavların lapa oluyor, etlerin pişmiyor, yaptığın yemek bir şeye benzemiyor yeni yılın ilk mesajını aldım. Diğer hediyelere cesaretim kalmadı. Zıbardım yattım, gece rüyamda Noel baba ve geyiklerinden kaçtım durdum.    

Şimdi gel de girme yeni yıl sendromuna, bu yıl neler olacak acaba işte yine başladık…

Yazan: Reçel

16 Aralık 2011 Cuma

Kaynanamın şifresi Da Vinci’nin şifresine karşı

Gelip karşımdaki koltuğa oturur otururken, elimde oyun oynadığım telefona bakıyordu. Tedirgindi, pek çok söylemek istediği ama nereden başladığını bilemediği her halinden belliydi. Elimdeki telefonu kenara bırakırken bakışlarından rahatsızlık duyduğumu saklama gereği duymadım. Kaynanaydı ne de olsa. Aramızda müthiş nefret hattı gerginlikle salınıyordu. Bu durumdan ikimizde rahatsızdık.

Sonunda “Epeyce işin var, ortalık baya dağınık” diyerek lafa girdi.  Umursamaz bir tavırla haftasonu yaparız diyerek konuyu kapatmaya çalıştım. Oysa o bir kere lafa girdiği için elindeki fırsatı kaçırmak istemiyordu.

Yumuşak bir ses içinde gizlediği iğneleciyi bir tavırla “sen gerçi fazla önem vermiyorsun böyle şeyleri” dedi.  Ben ısrarla çoğul konuşurken, o ekle ilgili tüm sorumlukları bana zimmetlemek istediği için sen diye konuşuyordu. Bense israrla çoğul kullanarak, oğlunun da aynı sorumluluklara sahip olduğunu alt metin olarak vermek istiyordum. Gerçi bu denkli ince bir altmetni okuyacak zekası yoktu ya. Bugün özellikle doğrudan geri zekalı bile desen sen şimdi ne demek istedin diye düşünecek bir hali vardı.

“Eşimle birlikte yapacağız” dedim. “Her şeyi de birlik yapamazsınız kızım, erkeğin yapacağı şey ayrı kadının yapacağı şey ayrı dedi. Bunu söylemesiyle başımdan aşağıya bir kova dolusu lağım suyu dökülmüş gibi bir iğrenme duygusu yaşadım. Kısa şoku atlattıktan sonra “ne gibi dedim” yani işte kadının yeri gelecek fedakarlık yapacak, bulaşığı da mı erkek yıkacak” yemek de mi yapacak” dedi. “Tabi dedim, tabi yapacak. Erkekler da kadınlar kadar yetenekli hatta fiziksel olarak daha güçlü oldukları için daha çok iş yapmaları gerekir” dedim.
 Biz hiç öyle şey görmedik, olur mu, çalışan kadınlar var hepsi evinin işini de yapıyor” dedi. Valla o sizin dünyanızda, bizim dünyamızda öyle değil dedim. Amacım onu ezmek değildi ama ısrarla beni kendi dünyasına çekmeye çalışmasından gına gelmişti artık. O da durmadı, yapıştırdı cevabı “Siz üniversite okumuşsunuz ama biz de hayat okulu okuduk kızım” dedi.

Ee yeni ben eve gelince her işi yapmalıyım, o da yemeğini yiyip çekilmeli, ben de sabah iş akşam ev nefes almadan koşturmalıyım öyle mi, Bu biraz haksızlık değil mi” dedim. 

"O zaman sen keşke hiç evlenmeseydin" demez mi.  Evlilik bir ayrıcalık ve ben ayrıcalığı yalnızca onun gibi fedakar kadınlar yaşamalı, bizim gibi sorumsuzlarda sonsuza kadar yalnız kalmalıydı.
Çaresizce “Evlilik bu değil, evlilik, kadının erkeğin ihtiyaçlarını karşılandığı, giydirildiği temizliğini yaptığı bir kurum değil, evlilik hizmetçilik değil” dedim. Sonra bu genel geçer lafları bir kenara bırakıp olaya damardan girdim: “Oğlun senden gördüğünü benden göremez çünkü ben onun annesi değil karısıyım.”

“Bu söylediklerin çok komik asla böyle bir şey olamaz, hayır bunu yapamazsın demek isterken ağzından şu sözler döküldü: “Tamam öyle ama hangi erkek bunu kabul eder kızım, sen benim oğlumu bulmuşsun, başı yumuşak ondan böyle rahat rahat konuşuyorsun. ''Ne erkekler var'' diye sözlerini bitirirken içinden aslında şunu diliyordu; ''Keşke Allahın belası bir adama düşseydin de sabah akşam sana sopa atsaydı. Harika olurdu'' Konuşmayı bitirirken aslında erkekleri değiştirmek için önce kadınların değişmesi gerektiğini bir kere daha anladım.  Ne yazık ki bunun için birkaç nesil daha  evrilmemiz gerektiği gerçeği de bir kez daha kafama dank etti.


Özetle Da Vinci'nin şifreleri kaynananımkinin yanında halt yemiş:)

Yazan: Leyla