10 Aralık 2011 Cumartesi

Masumiyet müzesi...

Güzel kitaptı… Sevgilisine ait her eşyayı saklayan bir adam ve sonra masumiyet müzesine dönüşen bir ev… Ne manyakça değil mi? Ama insanın nesnelere değer, anlam yükleme gibi enteresan bir özelliği var. Ona anlam yükle, bunun hatırası var, yok bunu bana o vermişti, bu çok şişe işte beni sarhoş etti, yok buraya da gittim derken evin içi bit pazarına dönüyor.

Ben nesnelere anlam yükleyen bir aileden geliyorum… Annanemden, anneme, annemden de bana geçmiş sanki. Mesela bizim evde hiç görmediğim dedemin süt bardağı var, sonra annemin yıllar yıllar önce aldığı o çok sevdiği ceketinin düğmesi, evlenirken aldığı yemek takımından kalan son tabak, bilmem hangi filin dişinden yapılmış dişleri zaman aşımıyla tek tek kırılmış o fildişi tarak… Annemle babamın düğün davetiyesi, benim ilk giydiğim zıbımım, ilk çizmem, sevdiğim oyuncaklarım o şebek gibi bakan resmimde giydiğim kırmızı elbise, ananemin yelpazesi, 1970’lerin taksan annneee öcüüü diye milleti kaçırtacak o gözlükleri ooo daha neler neler… Atmaya kalksan bir kamyon çıkar walla bizim evden.

Küçükken bayılırdım şimdi artık yaşamadığım bu eve. Her gün bir dolabı karıştırır, daha önce keşfetmediğim hazinelere ulaşırdım. Ohhh karıştır karıştır bitmezdi. Biraz büyüyünce annemle karıştırmaya başladık. Her seferinde atıcam şu zımbırtıları, aradığım hiç bir şeyi bulamıyorum dese de annem kıyamazdı hiç birini atmaya. Offf anne at ya şunları desem de deştiğimiz gibi koyardık her şeyi yerli yerine.
Dinime küfreden Müslüman olsa… Ben anneme at şunları derken kendi masumiyet müzemi yaratıyormuşum oysa… İnsan nereye giderse gitsin kendi müzesini taşımak istiyor… Ya da müzesi neredeyse oradan vazgeçemiyor. Yıllarca parça parça biriktirdiğin müzen gün geliyor o evlilik cüzdanıyla karşı karşıya geliyor.  

Ben evlenirken müzemi annemde bıraktım. O yüzden anneme gelince kendimi rahatlamış hissediyorum.  Neredeyse orta okuldan beri atmadığım ders kitaplarım, ders aralarında arkadaşımla ders kaynatmak için birbirimize yazdığımız notlar, sonra sevgilimle gittiğim sinemanın bileti, oyuncakları çok seviyorum diye aaa bak sana peluş ayıcık aldım sözünü duyarak bir daha söylemiycem oyuncakçı dükkanına döndü odam diye oflaya poflaya eve getirdiğim oyuncaklarla dolu odam. Hatta  arkadaşlarımın imzaladığı lise gömleğim, içip kafayı bulduğum milleti gülme krizine soktuğum o Tekila şişesi bile hala duruyor yerinde. Asker kepi saklıyorum sonra, bana 2 beden büyük swetshirt dolabımda duruyor, sonra mektuplar… Hepsi günlüklerimin arasında. Eski resimler, kurumuş çiçekler, çarptığım çakmaklar, tütsüler! Hepsi hepsi benim masumiyet müzemde!

Şanslıyım evlendim diye müzemi Halkalı çöplüğüne göndermek zorunda kalmadım. Hepsini olduğu yerde, yıllardır durdukları yerde bıraktım. Benim masumiyet müzem evlilik cüzdanıyla girdiği savaştan zaferle döndü.  Evlilik her şeye yeniden başlamaksa eskileri de çöpe atmak demek değil bence… Geçmişe bütün kapılarını kapatırsa insan nefes alacak bir penceresi kalmaz ki! İşte ben ne zaman sıkılsammm o pencereden uzanıp masumiyet müzeme dalıyorum. Bugün olduğu gibi… 

Yazan:Reçel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder